Devrik Cümlenin Dilimizi Bozduğunu Bilmiyordum

DEVRİK CÜMLENİN DİLİMİZİ BOZDUĞUNU BİLMİYORDUM

 

          Üçüncü Yeni'ye katılan Cemile Melek Şirin, 'devrik cümle' konusundaki görüşlerini samimi bir üslupla yazdı. Şirin: "Ölçülü şiir, kurallı cümle" sloganımıza gelince...

         Bence hayatı bam telinden yakalamışız; kendimi şanslı hissediyorum... 

 

            İSTANBUL (Habernews-Özel)- Üçüncü Yeni, "Ölçülü şiir-kurallı cümle" sloganının, gençler arasında hak ettiği ilgiyi görüyor ve yaygınlaşıyor olması, son yılların en sevindirici Türk dil ve edebiyatı olayıdır. Cemile Melek Şirin de, meselenin önemini ânında kavrayanlardan.
           Üçüncü Yeni'ye katılarak, devrik cümleyi bıraktı ve kurallı cümleyle yazmaya başladı. 
            İşte, Şirin'in, bütün gençlerimize örnek olması gereken 'devrik cümle'yle ilgili samimi, çarpıcı ifadeleri ve Üçüncü Yeni edebiyat akımının kurucusu
Sefa Koyuncu ile bu konudaki yazışmaları: 
  
            Türk edebiyatında 'Üçüncü Yeni' bir yazar… 
            Sefa Bey, birazdan Word'de yazıp size dosya halinde beş tane yazımı yollayacağım. Ama bundan önce, yazdıklarınıza cevap vermek istedim. 
            Öncelikle değinmek istediğim bir konu var. Mailinizdeki şu ifadeniz;
" Bana yazdığın bu maildeki ifadelerin, senin içtenlikle inandığın ve yaşadığın olayları, gayet güzel bir şekilde yazıya dökebileceğini gösteriyor. " beni düşündürdü.  "İçtenlikle inandığın ve yaşadığın olayları..." Yazmak" bu olsa gerek ve elbette ki buna da hem sadık hem de layık olmak gerek. 
            "Ölçülü şiir, kurallı cümle" sloganımıza gelince...
              Bence hayatı bam telinden yakalamışız; ben bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. Sizlerle karşılaşmak, benim için çok iyi bir buluşma oldu; en iyi şekilde değerlendirmeye çalışacağım. Bu arada, cümlelerimin kurallı olması için, dikkat ediyorum.
              Bir çok insanda olduğu gibi bende de devrik cümle kurma alışkanlığı var-dı:) Aslını soracak olursanız, bu alışkanlığım, yazılarımda dikkat çekecek kadar belirgin.
              Usta bir yazar gözüyle "üzücü" olarak değerlendirilir mi bilemiyorum, ama devrik cümlelerin dilimizi bozduğunu şimdiye kadar bilmiyordum.
Sakıncalı olduğunu da hiç düşünememiştim. Ama vakit geç değil... Dil'imi seviyorum ve ne gerekiyorsa onu yaparım. 
            Şimdi mümkün olacağı kadar hızlı bir şekilde, yazılarımı worde kaydedip, size yollayacağım. Devrik cümlelerime de dokunmayacağım; üzerlerinde çalışsam, her devrik cümleyi "kurallı" hale getirebilirim; tabi yine sizin desteğinizle...
          Muhakkak eksiklerim olacaktır. Ama yazışımı en yalın hali ile görmeniz için, en son halleri ile size yolluyorum. Kalemim, Mavizaman'da yayınlanacak kadar aydınlansın, yazabiliyorsam en güzeli olsun. Beni heyecanlandıran,
bendeki bu özelliğin şekillenecek olması...
         Müsadenizle; öğrenciniz oluyorum Sefa Bey. Sizden öğreneceğim her şey, çok değerli olacaktır. 
         Tekrar teşekkür ediyorum ve size yazılarımı yollamak için kollarımı sıvıyorum.      
 
           Selam ederim. 
13 Mart 2007 Cemile Melek ŞİRİN 
 
            Sefa Bey, 
            Eleştirileriniz için sabırsızlanıyorum. Bugüne kadar dilimize ve yeteneğime sahip çıkamadığım için de üzülürken, bir yandan da kendime kızıyorum. İşte devrik cümlelerimle Anlattıklarım: 
 
     TOPRAK KAP NEDİR? 
        Birçoğunuz görmüşsünüzdür toprak kapları ya da en azından adını duymuşsunuzdur.
      Islak topraktır hamuru ve o hamur şekillenir, usta bir sanatçının bilek gücüyle.
       Aranızdan kaç kişi şekillendirme aşamasına tanık olmuştur, bilemiyorum.
       Ama şu bir gerçek; o toprağa şekil veren, sadece bilek gücü değil…
       Pekiyi nedir onu ayrıcalıklı kılan? "Toprak kap" dediğimiz aslında nedir?       
       Emeğin, şekle girmiş halidir toprak kap. "Güveç" olur, "testi" olur, "çömlek" olur aynı mayadan. Zerafetini saklamayan küçük bir vazo olur. Tabak olur, gelir önümüze…
        Saksı olur, kucaklar minik yeşilleri… Asildir toprak kaplar, hüzünlüdür biraz da… 
        Çömleğin yoğurdunda; azmin katılığı, güvecin yemeğinde çalışmanın tadı vardır.
        Testinin suyundaki soğukluk; sabahın serinidir, vazonun ince boynu; sabrın simgesi...
        Saksı, çiçeğine verdiği hayatın ta kendisidir. Ve küpün gövdesinin şişmanlığı, sanatkarının susarak anlattıklarıdır aslında. 
         Hepsi, baharın ve yaz mevsiminin çocuklarıdır. Onların da doğup büyüme zamanları yani…
         Sabahın ilk ışıklarıyla başlar, vücuda gelmeleri. İlerleyen her dakika, diğer kardeşlerini hediye eder ustasına, yine onun çabalarıyla. Boncuk boncuk olan alınteri, bir sonraki ürünün sevdasına kapılmıştır. Suskunlaşır atölye, vakit geçtikçe; yine dertleşmektedir toprak ile usta. Toprak kap, o ikisinden başkasının bilmediği bir lisandır. 
           Günün heba edilmeyeceğinin heyecanı, mevsimin verimli geçeceğinin hayali vardır, şekillenen toprakta. Geleceğin umutları saklıdır kıvrımlarında. Bazısında küçük oğlan doktor olur, bazısında evin kızı evlenir, bazısında torun büyür. Zaman zaman heyecanla parıldayan, zaman zaman hüzünlenen bakışlar, bileğe yardım eder, toprağı güzelleştirmekte.,
            Ekmek davasının, göz nurunun, yorgun ellerin tırnak izleri olur, şekil alan her emeğin üstünde. Toprak kap; bir yüreğin yansımasıdır.
           Taşıdığı bütün güzel anlamlara rağmen, hüzünlü şu sıralar toprak…Çünkü sahip çıkanı yok. Onu hamur yapanı, ezeni, parçalayanı ve ona şekil vereni yok.
          Ustanın bileğinin artık yorulmuş olması, onu iyice yalnız bıraktı.
          Eski bayramlar gibi  onu da uzaklardan yad edeceğiz yakında.
          Yozlaşan kültürümüze bir kurban daha vermekten başka bir şey değil bu…
          Bir jet hızıyla gelip, ortalığı kasıp kavuran teknoloji güneşi; bizlere geçmişi unutturmak için gelişmiyor. Hala ilkelliğiyle orijinalliğini korumaya çalışan toprak kap; kendisine sorulmadan, çoktan terk edildi kaderine; ama bunun adı kader olmamalı… 
             Ömrü boyunca toprakla haşır neşir olmuş, onunla günlerce dertleşmiş, onu işlemiş, yıllarını onunla dost olarak geçirmiş son ustanın çocuğuyum ben.
           Ve en yakınından ben görüyorum; toprak kadar babamın da hüzünlendiğini.
           Babasından aldığı mesleği teslim edecek yeni insanlar yok. İlgili kurumlar, bir iki fotoğraf çekmekten başka bir şey yapmıyor …
          Oysa, yürek eriyor, lisan tükeniyor, bir insanın anıları ile hayalleri batıyor; toprak mahzunlaştıkça. 
          Kimseler görmüyor mu? "Emek" denen emektar bir kelime çıkıyor hayatımızdan. 2006  
 
           MECBURİYET 
           Gün geçtikçe seni daha çok kaybediyorum. 
           Yokluğun kasıp kavururken hayata bağlanışımı, dağıtıp toz ederken aşka güvenimi, sana hiç "sevgili" diyemeyeceğimi sindiriyorum, isyan eden beynime.
Susmayı, saklamayı, acı çekmeyi öğreniyorum. Nefessiz kalmayı, gecenin derin ortalarında…
             Hasret çekmeyi, acı acı… Kazanamamayı…
             Kazanmak için hiçbir şey yapamamayı öğreniyorum. 
             Yakınında dururken araya kilometreler koymayı…
             Konuşurken dilimi yasaklarla kısmayı öğreniyorum.
            Çıldırtan çaresizliklerde, hiçbir şey yokmuş gibi davranmayı …
            Sızlanırken yüreğim, ağzımla "iyiyim" yalanını söylemeyi ve bunun beyaz bir yalan olduğuna inanmayı öğreniyorum. 
             Kavuşamadan ayrılmayı, yaklaşamadan uzaklarına düşmeyi, önüme bakacak halim yokken ardıma dönmemeyi öğreniyorum.
             "Benim" diyemeden yitirmeyi… Buna mahkum olmayı… 
             Aşık olmayı öğreniyorum yeni baştan. Sabaha seninle açmayı gözlerimi...
              Her sabahın ardındaki  gecede, sustuklarımı kağıtlara dökmeyi öğreniyorum ve öğrendikçe bunca şeyi, seni kaybetmeye daha çok mahkum oluyorum. I Aralık 2005  
 
            'GÜNLÜK'TEN 
           …Ve işte bitiyor bir masal daha; tıpkı başladığı gibi… Yine boşluklarla, sorularla; çaylaklığımızı üstlenip gidiyoruz. Bir yolculuk daha başlıyor, gözyaşları eşliğinde… 
             Sevgiyi de tattık, sevginin diğer kardeşlerini de… Yorulduk, yorduk…
             Büyüdük, erittik ömrümüzün bir demini. Bir masal daha bitiyor böylelikle; efsane olup birkaç kişinin dışında kimselerin diline destan olmadan. 
            Şimdi, yeniden güçlü olma vakti. Şimdi, göğsümüzü biraz daha dik tutma vakti.
            Şimdi, erzak çantamıza doldurduklarımızı sırtlanıp; başka bir masala başlamanın vakti.
            Yeni kahramanlar bulup yeni senaryoları yaşamanın ve bugünü "gün" yapan kahramanları, yüreğimizin en güzel yerine koyma vakti. 
           Bir masal daha bitiyor; öyle hüzünlü, öyle hamur olmuş gecenin karanlığıyla…
           Melodilerin, anıları hatırlattığı tatlı bir sızı sarıyor yüreği, havayı, mürekkebi.
           Söylenen ve boğazlarda düğüm olan kelimelerin hepsi, gözlerden çıkıyor günyüzüne.
           Geçen her dakika, söylenecek sözün, edilecek teşekkürün ifadesinin olmadığını işliyor, hafızalara. Yok… Dile getirilecek bir şey yok; yaşandı her şey tadınca.
           Ve bir masal olup bitiyor… 
           Şimdi, vefayı yaşama vakti… Haziran 2006 
 
            BÜYÜMEK 
             Annem bana; "Sus kızım, sırrını kimselere açma." dedi.
O, böyle diyeli kapadım ağzımı… Paylaşamayışım ondan, beni benden edenleri…
Küstüğüm ıslak yastıklara döndü yine başım.
            O yastıklar ıslanmaya başladı yine, zamanlı zamansız. 
            Bir iki kelimelik cümle kurmayalı o kadar çok zaman oldu ki…
            O buruk sesimi duymayan kulakların sayısı o kadar arttı ki… Buruk ses sustukça, içimde, duyulmayan ama fırtınalar koparan çığlık oldu. Bir, içimi kasıp kavurdu…
           Bir beni yaptı böyle darmadağın. Sustukça büyüdüğümü düşündüm.
           Güçlü olduğumu…cesur olduğumu… Dışımda her şey bu kadar otururken rayına, bir ben parça parça oldum. 
            Annem bana; "Sus kızım, açma sırrını kimselere." dedi. O diyeli büyüdüm, büyük bir dağınıklık oldum…  Mayıs 2005 
Cemile Melek ŞİRİN-14 Mart 2007  
*** 
             Cemile, yazılarını okudum. Yanılmamışım; inandığın, iyi bildiğin ve yaşadığın şeyleri gâyet güzel bir anlatımla yazıya dökebiliyorsun. Aramıza ve Üçüncü Yeni'ye hoş geldin. Yazılarında az da olsa, yer yer devrik cümle var.  
             Yazılarını bu haliyle de yayınlayabiliriz ancak, yayınlanmasını istediklerini tekrar gözden geçirip, devrik cümleleri kurallı hale getirdikten sonra gönderirsen iyi olur.
             Devrik cümleler, yazıya bir akıcılık sağlıyor gibi görünse de bu akıcılık yanıltıcı ve sahtedir. Bunu zaman içinde daha iyi anlayacaksın. Bu bağlamda, aşağıdaki adreslerde yayınlanan iki yazımı okumanı istiyorum.
       Verdiğim internet adreslerinde okuduğun yazılarımda belirttiğim prensipler çerçevesinde yeni yazdığın, veya mevcutlardan düzeltip göndereceğin ilk yazıyı heme 'Mavizaman'a girebilirim. Selamlar. 
14 Mart 4007 Sefa Koyuncu 
… 
          Hani tembel öğrenciler olur ya; "Ödevini neden yapmadın evladım?"
sorusuna sudan bahaneler bulurlar... İşte, kendimi o öğrencilerden biri gibi hissediyorum.
          O kadar sıkışık zamandayım ki, şu sıralar yaptığım her iş için adeta zamandan gizli gizli dakikalar çalıyorum. Evde bilgisayar, internet var; ama oturmaya fırsat yok. Zira sanki benden başka herkesin mühim işleri var
"sanal alemde" . :) 
          Zamandan, yine böyle "gizli gizli" alınmış dakikalardan Merhabalar Sefa Bey...  Elimi çabuk tutup size yazı yollamak için, şu dakikaya kadar sabırla bekledim ve nihayet sınırlı zaman için de olsa, bilgisayarın başındayım. Dün akşam size yolladıklarımın arasından mı seçsem, yeni mi yazsam diye düşünüpbir karara varmaya çalışırken, ne yapmam gerektiğini buldum.
           Daha sâkin bir an yakalamak. Zira, yazı deyince; insanın içine sinmeden olmuyor.
           Çünkü, illa yazmak istediğim bir konu var. O olmalı; ama en güzel şekilde olmalı... 
            İnşallah, "tembel bir öğrenci" görüntüsü sergilemiyorumdur. 
            Üçüncü Yeni, kurallı cümleli yeni yazılarımda buluşmak ümidiyle… 
            Cemile Melek ŞİRİN-15 Mart 2007 
 
Sefa Koyuncu - BHD Haber - 17 Mart 2007