ŞİİR ARANIYOR

ŞİİR ARANIYOR

 

                Türk Edebiyatı deyince iir akla gelirdi. Şiirler meclislerde huşu ile okunur, şâirler baş tâcı edilirdi. Mısralara dökülen yoğun duygu seli ile çoşulur, renkli tasvirlerle hayâl ufkumuz genişler, ince fikir dokuları ile zihinlerimizde kıvılcımlar tutuşurdu.

                “İsimsiz şiir olmaz” kaidesince şiire bir ilim şubesi gözüyle bakılırdı. Gerçekten de bir şiir ilmi vardı. Şiir yazmak her kişinin değil er kişinin harcıydı. Sırf istidat bu meslek için kâfi değildi. Kaabiliyetin ilim ,kültür ve bilgi donanımlı olması gerekliydi. Şiir yazmak, matematik denklemi yazmakla eş ciddiyet isteyen bir işti. Denk düşmeyen, mısradaki ahenk ve pırıltıyı bozan bir kelimeyi denk düşürmek için yıllarca beklenirdi.

                Şiirlerde telmihlere, atıflara bol bol yer verilir, kültür, târih ve edebiyatımıza, hatta dünya kültürüne ait önemli olayların hafızalarda canlılığı koruması sağlanırdı.

                Manzum eserlerin hafızalarda kolay kalması, unutulmaması özelliğinden istifade edilir, önemli bilgiler şiir şeklinde yazılırdı.

                Dünyadaki herşey gibi şiirin de bir düzeni intizamı, ölçüsü kaidesi vardı. Şiir dünyasında anarşik olaylara pek rastlanmazdı. Ahenk, anlam ve lirizm şiirin önemli unsurlarıydı. Şiirde ölçüsüzlüğe yer yoktu. Şekilsizliğe ise hiç ama hiç yer yoktu.

                Sonra ne olduysa oldu. Şiir dünyasında fırtınalar, tayfunlar, kasırgalar esmeye başladı. Ölçüler tarumar, şekiller harap oldu. Şairler bu kargaşada kayıplara karıştı. Enkaz arasından çıkan yeni şairler artık eskileri beğenmiyor, ölçüye, şekile, kafiyeye hatta anlama bile isyan bayrağı açıyordu. Seslerini de gittikçe yükseltiyorlardı. Gün onların günüydü.. Enine boyuna oynadılar. Yazdılar, çizdiler. Kasıla kasıla “İşte şiir budur” dediler. Millet yadırgadı. Millet bu ölçüsüzlüğü kabullenemedi. Bu sebeple millete mal olamadılar. Mevzi kaldılar. Kendileri yazdılar, kendileri bile okumadılar.

                “Marifet iltifata tabidir”. Okuyan yoksa kim için yazacaksın!

                “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner”. Sen misin bu milletin dört bin yıllık şiiri ile oynayan? Sen misin dört bin yıllık şiir zevkimizin yerine Grek-Latin şiir anlayışını ikame etmeye çalışan? Öyleyse okunmuyorum diye yakınma, hangi milletin kültürüne ediyorsan, ancak o millete sitem etme hakkın olabilir.

                Nazımla şiirin ayrı şeyler olduğunu iddia etmek Nedim’i Bâki’yi, Nabi’yi, Yunus’u, Mevlâna’yı şâir saymamak olur ki, bu da iddianın yersizliğinin ve yanlışlığının delilidir. Kaldı ki bu iddia sahipleri bugün şiiri düzyazının içinde arıyorlar. Nesir arasında buldukları şiir kırıntıları ile yetinmek zorunda kalıyorlar.

                Başka milletleri bilmiyorum ama Türk milleti şiirini ve şâirlerini arıyor. Şiirin düz yazı ile de yazılabileceğini söyleyenler, Türk şiirini yok ettiler.

 

SEFA KOYUNCU I YENİ MERAM GAZETESİ – 1999