MAKSAT AĞIZ SULANDIRMAK

PAZAR MUHABBETİ I Maksat ağız sulandırmak

İdris Bey, “Herkes otomobil alıyor, ben de alacağım” deyince, Recâi, şaşkınlığını gizleyemedi:

-Yahu İdris Bey, geçim sıkıntısından söz edip dururken birdenbire “Otomobil alacağım” diye

tutturdun. Şunun bir kolayını buldunsa bize de söyle de bizde alalım. Nasıl yapacaksın bu işi?

İdris Bey, çayından bir yudum aldıktan ve oturduğu koltuğa iyice yaslandıktan sonra “Bak anlatayım” diyerek, şöyle konuştu:

- Baktım ki maaşla araba almak, pek mümkün görünmüyor.  Ben de icara tarla tuttum. Traktör bulup tarlayı sürdürdüm ve buğday ektirdim. Buğdaylar baharda yeşerip boy verecek, yazın da sararacak. Irgat ayarlayıp biçtireceğim. Veya biçere vereceğim. Harmanı kaldırıp buğdayı sattım mı iş tamamdır. Otomobil nasıl alınırmış , o zaman gör!

Konuşmaları dinleyen Hüsnü Bey, güldü:

- Birdenbire “Otomobil alacağım” deyince biz de iyice heyecanlandık. Ölme eşeğim ölme de, yaz gelsin yonca biçeyim…miş meğerse.

İdris Bey, bu konuşmadan alındı:

- Siz kafa bulun bakalım. O gün gelsin de tekrar görüşürüz.

Recai, İdris Bey’i teselli etti:

- Hemen alınma dostum. Bizimkisi muhabbet olsun.

Fakat, Hüsnü Bey, işin peşini bırakmak niyetinde değildi. İdris Bey’e dedi ki:

- Bu senin hikâye neye benzedi biliyor musun? Anlatayım da dinle: Sık sık alacağını istemeye gelen adamı, her defasında çeşitli mazeretlerle savuşturan biri, nihayet bir gün alacaklısına şöyle der:

- Borcumu ödeyeceğim.

Bunu duyan adam çok sevinir. Sevinir sevinmesine de, sormadan da edemez:

-  Nasıl ve ne zaman ödeyeceksin?

Adam başlar, borç ödeme formülünü anlatmaya:

- Kapının önündeki boş araziye çalı ektim. Çalılar büyüyecek. Kapının önünden koyun sürüleri geçecek. Geçerken koyunların yünleri bu çalılara takılacak. Bu yünleri toplayıp, ip iğireceğim. Sonra da fanila örüp, pazarda sattım mı iş tamamdır. Kazandığım parayla, sana olan borcumu ödeyeceğim.

Bu cevabı dinleyen alacaklı, gayrı ihtiyârı gülmeye başlayınca da, borçlu olan şöyle der:

-Peşin parayı duyunca, nasıl da sırıtırsın!

 

HAYALİ MAAŞ HEYECANI

Hüsnü Bey’in bürosundaki muhabbet devam ededursun; biz başka heyecanlı seslere kulak verelim.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Moğultay, yaptığı bir açıklama ile bütün işçi emeklilerini heyecanlandırdı.

Dedi ki:

- İşçi emeklilerine birer milyon lira ek maaş ödeyebilirim.

Bu yumuşak lakırdıyı duyan emekli işçiler, paranın sesiyle birdenbire delikanlı kesiliverdiler. Sevinç naraları içerisinde Bakan Moğultay’a tebrik ve teşekkür gösterilerinde bulundular.

Ancak, “Sakın bu işin içerisinde bir bit yeniği olmasın” şeklinde tereddütlerini izâle etmek için Bakan Moğultay’a sordular:

- İki milyona yakın işçi emeklisine, birer milyon lira ek maaş ödemek için, iki trilyon lira lazım. Sayın Bakanım, Baba Hükümetinin vergi iadelerini zamanında ödemekte zorluk çektiği şu günde, siz, bir altın madeni filan mı buldunuz?

Moğultay, işçi emeklilerine birer milyon lira ek maaşı nasıl ve ne zaman ödeyebileceğini şöyle açıkladı:

- Türkiye’de 1.5 milyon kaçak çalıştırılan işçi var ya! İşte bunları sigortalayınca ve bunlardan 750 milyar lira prim geliri elde edince iş tamamdır. Ayrıca işçilere ödenen sosyal yardım zammını SSK’dan alarak devletin bütçesine yükleyince, 1,1 trilyon liralık kaynak daha ortaya çıkar mı? Alın işte sizi iki trilyon…

Bu cevabı alan işçi emeklilerinin neş’esi birdenbire hüzüne dönüşüverdi. İçlerinden biri, “Bakan bu, bir milyon lira ek maaş sözünü galiba ağzımızı sulandırmak için söylemiş” diyerek, düşüncelerini şöyle dile getirdi:

- Türkiye genelinde 1,5 milyon kaçak işçiyi, bir bir tesbit ederek sigorta kapsamına almak, bugünden yarına yıllar alacak bir iştir. Sosyal yardım zammının SSK’dan alınarak, devlet bütçesinden ödenmesi için 1993 bütçesine tahsisat da konmadı…

 

HEYBENİN İÇİ BOŞ…

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Moğultay’ın işçi emeklilerine hayali kaynaktan, hayali birer milyon lira ek maaş ödeyeceğini açıklamasının tedâvi ettirdiği bir hikâye daha var:

Muzip köylünün biri, merkebine inmiş giderken, köşebaşında oturan birkaç ihtiyar görür. İçinden “Dur şunlara bir takılayım” diyerek yanlarına yaklaşır. Heybesini göstererek şöyle der:

- Size portakal, limon vereyim. İster misiniz?

Oturdukları yerden kalkan ihtiyarlar, bunun çok makbule geçeceğini ifade ederek, adama doğru yaklaşırlar.

Ancak, adam, merkebine “deh” diyerek, oradan uzaklaşaya başlar. Bu hâle bir mânâ veremeyen ihtiyarlar, adama seslenir:

- Hani bize portakal limon verecektin!

Az ileride duran muzip köylü, maksadına ulaşmanın keyfi içinde, şu cevabı verir:

- Portakal, limon ne gezer, efendiler. Heybemin içi bomboş. Maksadım sadece sizlerin ağzını sulandırmaktı.

 

SEFA KOYUNCU I TÜRKİYE PAZAR – 27.12.1992

 

Dosyalar