VİCDAN FİLMLERİ
Kadir İnanır’ın “Vicdan Filmleri” Teklifi Hayata Geçmeli
Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılında, “vicdan filmleri” çekerek, dünya ile hesaplaşmaya girişebilir miyiz?
Yahudiler, Hollywood yapımlarıyla Nazi zulmünü hafızalara kazıdı. Biz ise Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında uğradığımız haksızlıkları sinemaya yansıtamadık. Kültür kodlarımızı taşıyan “vicdan filmleri”yle, Türk sinemasını dünyaya tanıtacak yeni bir süreç başlatabiliriz.
Elimde, Giovanni Scognamillo’nun “Dünya Sinema Sanayii” isimli kitabı var. Kitapta Fas, Tunus Cezayir, Suriye, Zimbabve sinemasına bile yer veriliyor ama Türk sinemasının esamisi okunmuyor. Başka kaynaklar da farklı değil. Bu da gösteriyor ki dünyaca tanınan bir Türk sinema sektörü yok.
Niye?
Çünkü, Yeşilçam’ın çektiği yaklaşık 7000 filmin büyük bir kısmı aynı hikâyeyi (zengin kız fakir oğlan, bazen de tam tersi ) anlattı. Üstelik bu filmlerin senaryoları Mısır, Hint ve Avrupa sinemasından aparılmıştı. Yani, bugün de TV dizileriyle tekrarlanan Yeşilçam filmleri, milletimizin ve bu coğrafyanın kültür kodlarını taşımıyordu. Dünya film endüstrisi ise taklide pirim vermediği için Türk sinemasını yok saydı.
Acaba, “Çözüm süreci”, Türk sineması için de çözüm olabilir mi?
Bu konuda kafa yormama, ünlü oyuncu Kadir İnanır’ın son âkil adamlar toplantısında, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na, “vicdanî filmler” yapılması teklifi götürdüğünü açıklaması sebep oldu. Bütün dünyanın “çözüm süreci” gibi konularda sinemayı çok etkili kullandığına dikkat çeken İnanır, açıklamasında, “Bu gerginliği, sorunu oluşturan ana sebeplerin içinde olduğu tam, gerçek ve hiç sansüre uğramayan vicdanî filmler yaparak, halka dokunmanın çok etkili olacağını, halka dokunmanın daha çok sinemayla olacağını söyledim. Bu fikrim çok ilgi gördü” dedi.
İyi de, fikrin çok ilgi görmesi yetmez, hayata geçirilmesi önemli. Mesela bir Dersim olayı bütün yönleriyle sinemaya aktarılmalı. Kürtlerin sırf etnik kökenlerinden dolayı gördüğü baskılar sinema diliyle halka anlatılmalı. Bununla da kalmayıp kadrajı biraz daha açarsak, vicdan filmlerini bütün tarihimize yayabiliriz. Yani sadece Kürtlerin değil, Türklerin ve Anadolu’da yaşayan diğer halkların da tarih boyunca ve özellikle son yüzyılda uğradığı zulümler, beyaz perdeye yansıtılmalı. Bu başarılır, yerli ve orijinal senaryolarla, en başta kendi milletimizin ve dünyanın vicdanına dokunabilecek kaliteli ürünler ortaya çıkarılabilirse ne mi olur?
Olanca haşmetiyle millî Türk sineması ortaya çıkar!Türk filmleri bu coğrafyaya has hikâyelerle kendinden söz ettirebilirse markalaşır ve dünya sinema literatüründe yerini alır.
Bu kadar basit mi?
Elbette değil…
Merhum Turgut Özal döneminde başlatılan “Millî sinema” arayışları akim kaldı. Yine merhum Enver Ören’in TGRT filmlerinin devamı gelmedi.
Yeşilçam hamaset filmlerinin yeni versiyonu Fetih 1453’ün gişe hasılat rekorlarını altüst etmesi, insanımızın kendi kültür kodlarımızı yansıtan filmlere ne kadar aç olduğunu gösterdi. Anadolu insanının acılarını yansıtacak kalitede “vicdan filmleri” ise hiç şüphesiz daha fazla ilgi görecektir.
Bu noktada soru şu:
Büyük acılar çektiğimiz Birinci Dünya Savaşı’nın 100. Yılında, “vicdan filmleri” çekerek, dünya ile yüzleşmeye, hesaplaşmaya girişebilir miyiz?
Yahudiler, İkinci Dünya Savaşı’nda gördükleri Nazi zulmünü, yüzlerce Hollywood yapımı filmle dünyanın vicdanına âdeta çiviledi. Biz ise milletçe uğradığımız haksızlıkları dünyaya etkili bir dille anlatan tek film bile yapamadık!
İşte, Kadir İnanır’ın “vicdan filmleri” teklifi, bütün bu sebeplerle oldukça önemli. Kültür kodlarımızı taşıyan vicdan filmleriyle, hem yakın tarihimizle yüzleşerek millî birliğimizi, kardeşliğimizi pekiştirebilir hem de Türk sinemasını dünyaya tanıtacak yeni bir süreç başlatabiliriz.
Sözün özü:
“Vicdan filmleri” lâfta kalmamalı, senaryo çalışmalarına derhal başlanmalıdır.
SEFA KOYUNCU I HABERREVİZYON DERGİSİ