TEHLİKE ÇANLARI

TEHLİKE ÇANLARI
 
          Bâb-ı Âli Kültür Yayıncılığı'nda (BKY) yayın yönetmenliği yaptığım sırada (2001) redaksiyonu yapılmak üzere önüme gelen Endülüs'le ilgili bir dosya oldukça ilgimi çekti. 
          Bu, Nuri Yücel Mutlu'nun "Türkiye Gerçeği ve Endülüs Târihi" isimli çalışmaydı. Dosyayı dehşet ve ibretle inceledim.
          Eser, İspanya'da yaklaşık sekiz asır hükümran olan ve Avrupa'ya medeniyet götüren ilim, fen ve tekniğin temelini atan Endülüs Müslümanlarının yıkılış sebeplerini anlatıyordu. Kitap olarak yayına hazırladığım dosyada bazı düzeltmeler yapmak üzere, Ankara'da yaşayan N.Yücel Mutlu'yu İstanbul'a davet ettim. Geldi ve dosyada gerekli düzenlemeleri birlikte yaptık.
          Kitabın isminin de "Endülüs Gerçeği ve Türkiye'nin Geleceği" olmasını teklif ettim. Kabul etti ve kitap bu isimle BKY'de yayınlandı. Konu ile ilgili başka kitaplar da var.
          Bugünlerde herkesin Endülüs fâciasını ciddi bir biçimde incelemesini tavsiye ederim. Çünkü Hıristiyanlar, Endülüs Müslümanlarını yok etmek için, sabırla, inatla ve azimle milim milim mesâfe alarak tam sekiz asır uğraştılar ve sonunda hedeflerine ulaştılar. 
          Müslümanları Hıristiyan olmaya zorladılar ve kabul etmeyenleri kılıçtan geçirdiler. Bununla da kalmadılar, benzersiz mimarî eserleri kin ve nefretle talan ettiler. Dahası, bir Arap yazarın eserinden nakledildiğine göre, bir tek Müslüman mezarı dahi bırakmadılar. 
          Kimileri "Endülüs sendromu" deyip, tehlikeyi görmezlikten gelmemizi sağlamaya çalışıyorsa da, Türkiye'nin, Endülüs benzeri bir akibete doğru hızla sürüklendeği maalesef bir gerçektir.  Bütün bunları Mustafa Necati Özfatura'nın, konuyu özetleyen ( 30 Aralık 2006 Türkiye) yazısını okuyunca hatırladım. İnsanın içini titreten yazıyı okuyup da ürpermemek, dehşete kapılmamak mümkün mü: 
  
          Endülüs neden yıkıldı?
          Milletler ve devletler canlı organizmaya benzerler. Milli ve dini değerlerinden koparak dış güçlerin saldırılarına karşı bağışıklığını kaybeden bir devlet ve millet tarihten silinmeye mahkumdur. 
          Bir virüs ya da mikrop bedeni ve bağışıklığı zayıf birini öldürdüğü gibi; milli ve manevi değerleri erozyona uğrayan devlet ve milletlerin yaşaması da mümkün değildir. Tarihte çok sayıda Türk imparatorluğu, devlet ve beyliklerinin tamamına yakını milli ve manevi değerlerinden, öz kimliklerinden koptuğu için yıkılmıştır. 
          Tarık Bin Ziyad komutasındaki Müslümanlar 711 yılında İspanya'ya çıktılar. Ve 3 yıl içinde İspanya'nın tamamına yakınını fethettiler. Hristiyanlar dağlık bölgeye çekildiler.    732 yılında Endülüs Devleti Güney Fransa'yı fethetti. Ve Paris'e 100 km yaklaştı. 732 yılında Endülüs'ün kazandığı Balat'uş Şüheder Savaşından sonra Endülüs dışa değil içe dönük hale geldi. Yani cihadı bıraktı.
          İç savaş ve iktidar kavgasına başladı.Berberiler isyan ettiler. Ve Arapları katlettiler.          
          Şamiyyün-Belediyyün Savaşları (iç savaş) 10 yıl devam etti. Yeni kurulan Taife Sultanları ile Endülüs bir yığın beyliklere bölündü. Müslüman sultanlar kendi aralarında savaşırken İspanyollardan yardım aldılar. İş birliği yaptılar. Müslümanlar zayıflayınca 3 bin ya da 300 İspanyol, Asturias krallığını kurdu. 
          Hristiyan dünyası bu krallığa yardım ve destek oldu. Kısa zamanda Müslümanlar feth ettikleri toprakların yarısını Hristiyan krallığa terk etmek zorunda kaldı. Bu küçük krallık ile cesaretlenen Hristiyanlar Müslümanların İspanya'dan atılması için bir hedef ve ideale sebeb oldular.
          Hristiyanlar bu ideale "Reconquista" adını verdi.    
          Endülüs'ün yıkılışında; dinî bütünlük kayboldu. Merkezî otorite yok oldu. Güçlü ordu ortadan kayboldu. Bu şartlar altında Endülüs Müslümanları yorgun düştü. Endülüs Müslümanlarının dinî, millî, sosyal ve kültürel dokuları bozulmaya başladı. İlk yıllarda Hristiyanlara tesir eden Müslümanlar bu sefer Hristiyanların etkisi altında kaldılar. Kız alıp kız verdiler. Bu çözülme üst yöneticilerde de oldu. Benü Kasi Emiri Musa bin Musa kızını Navarra kralına verdi. Kardeşinin kızını da Kral Wannaca ile evlendirdi.
          (Müslüman bir kız Müslüman olmayan biri ile evlenince İslamdan çıkar. Günümüzde bu tehlike yaygındır. Sırpların Miloseviç'in Bosna'da katliamından önce aynı hata işlenmiş idi.) 
          Daha sonra Endülüs yöneticileri kıyafetlerini Hristiyanlar gibi yaptılar. Endülüs emirlerinden İbni Merdeniş elbiselerinin yanında atının eğerine kadar Hristiyan kontlarına benzedi.  Endülüs emirlerinden I. Hakem'in işret meclislerine ağırlık vermesi, halkın sevdiği takva ehli âlimlere ilgi göstermemesi Rabad isyanlarına sebeb oldu.
          Kurtuba doğumlu İbni Rüşt (1126) Endülüs'te Aristo'nun vârisi oldu. Aristo'nun eserlerini şerh etti ve ehl-i sünnet itikadını tahrip etti. Vahye karşı aklı öne çıkardı. Osmanlı'yı yıkmakla, hak din İslamı bozmakla görevli Türkçe, Arapça ve Farsça'yı ana dili gibi bilen İngiliz ajanı Hempher "Hatıratım" isimli eserinde (sayfa 45) "800 yıllık Endülüs'ü şaraba alıştırarak, aralarına fitne ve fesad sokarak, Kur'an-ı kerim ve diğer İslam kaynaklarını (sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukahayı) tartışır hale getirerek ve dinlerinden kopararak yıktık ve topraklarını işgal ettik. Osmanlı'yı ve diğerlerini de bu silahları kullanarak yıkacağız" demektedir. 
          Anlayana bir cümlenin dahi yeterli olacağına inanıyorum... 
         
          Şimdi kadınlar gibi ağla!
 
          Endülüs fâciasının acı çığlığı Ayşe Sultan'ın, oğlu Emir Abdullah'a hitâben söylediği, "Er gibi koruyamadığın ülken için, şimdi sarayına ve topraklarına uzakdan bak da kadınlar gibi ağla!" vecizesinde yankalanmaya devam ediyor. 
          Ordu komutasında kahramanlık örneği gösteren Emevi İslâm ordusu kumandanı Tarık bin Ziyad Cebeli Tarık Boğazı'nı geçip karaya çıktığında bütün gemileri yaktı ve böylece Emevi ordusu geri dönüş olmadığını tek çözümün bu yarımadayı fethetmek olduğunu anlayıp cengâverce savaştı.
          Bu zaferle adı, bugün de Cebel-i Tarık olarak anılan, Akdeniz ile Atlantik'i birleştiren ve Avrupa ile Afrika kıtasını bağlayan boğaza verildi. Bu ülkede büyük bir İslâm devlet ve medeniyeti tesis edildi.Ancak, oldukça sinsi bir Hıristiyanlaştırma ve Müslümanları birbirine düşürme politikası izleyen Avrupalılar, sekiz asrın sonunda Endülüsü tamamen ele geçirmeye ve Müslümanları yok etmeye muvaffak oldular.
          Günümüzde de benzeri bir programın Türkiye'de uygulandığı, acı acı hissedilmektedir.  Endülüsün son hükümdarı Emir Abdullah, ailesi ile birlikte sürgün edildiği sırada, Padul Dağı'nın eteklerinden eski ülkesine doğru son defa dönüp Vefa ve Genil nehirlerine bakarak, ağlar. 
          O sırada, oğlu Emir Abdullah'ın gözyaşlarını gören anne Ayşe Sultan'ın ağzından, bizlere ibret olmak üzere şu tarihî cümle dökülür:  
          "Er gibi koruyamadığın ülken için, şimdi sarayına ve topraklarına uzaktan bak da kadınlar gibi ağla!"
 
Sefa Koyuncu  BHD Haber - 12 Ocak 2007