SOLUN İŞÇİ ÜZERİNDEKİ TEDHİŞ VE TERÖRÜ
Sık sık rastlamak mümkündür, falan müessese işçileri DİSK’e kaydolmağa zorlanıyor, şeklindeki haberlere. Umum müesseseleri şâmil ve tamamiyle hakikat olan bir vakıadır. Solcu militanlar, her fırsatta işçi üzerine terörle gitmekte ve mutlaka devrimci bir sendikaya kaydolmamın şart olmasından dem vurmaktadırlar. Hatta, bunlar arasında “İşçi demek solcu demektir” dyebilen ‘otomat’lar bile mevcuttur. Kurtuluşun ancak “Sınıf bilinci”ne erişmekle mümkün olabileceğini, anlata anlata bıkmadıkları hâlde, tesirini görememekten müteessir olmakta, çıldıracak hâle gelmektedirler.
Karargâh kurabildikleri işyerlerinde, Anadolu evlâtlarını harp suçluğu gibi sorguya çekmekte, devrimci sendika üyesi yapabilmek için her çareye başvurmaktadırlar. İşçi çıkarlarından, proletarya iktidarından, hadiseleri işçi açısından değerlendirmenin zaruretinden bahseden, uzun bir fasıl geçtikten sonra, muhatabının aldırmadığını görünce sıra tehdide geliyor. Diyor ki, kızıl militan: “Bugün olmasa bile, ilerde mutlaka bu işyerinde DİSK hâkim olacaktır. Aklın varsa git şimdiden kaydını yaptır. Sonra pişman olursun.” Ve aradan bir saat bile geçmeden, huzuruna çağırıp tekrar soruyor karargâh şefi: Gittin mi? Kaydoldun mu?
“Zulüm pâyidar olmaz” sözü meşhurdur. Aslında, sol militanların bu iğrenç hareketi, gözünü açıyor Anadolu civanmerdinin. Eşitlikten, gerçek demokrasiden bahseden bu sahtekârların yaptığını elin gâvuru yapmak adama deyip geçiyor. Geçiyor deyip geçmesine, lâkin yüreği sızlıyor. Anadolu insanının, bölük pörçük siyaset komplolarına kurban olmasından şikâyet ediyor. Böyle ne olduğu bilinmeyen, Rus kafasıyla, Çin kafasıyla konuşan adamların karşısında hesap vermeye icbâr edilmesinden yakınıyor.
İster hâkim olsun, ister mahkûm, harıl harıl çalışmaktadır sol militanlar. Dizginleri ele geçirebildiği an tedhiş hareketlerine başlamakta, dizginleri elden kaçırınca da taktik değiştirip, sinsi bir propaganda faaliyetine koyulmaktadır. Boş durması da zâten mümkün değil, filtrelenmiş hafızasında perşinli birkaç cümle vardır kî, söylemez, ifraz edemezse sıkıntı girer hasta olur.
Onlar “sınıf bilinci”nin, “proletarya diktatörlüğünün hummalı ateşleriyle kıvranıp koştururken, Milliyetçi sendikalar işçiyle ne derece meşguldür? Onlar da Milliyetcilerin birleşmesi, bütünleşmesi ve iş hayatının istikrara kavuşması için bir kelâm irad buyuruyorlar mı acaba? Sol militanlar, kızıl sloganların kazanını fokur fokur kaynatırken, milliyetci işçi liderleri ne yapıyor? Komünist lke işçisinin sefalet ve dramını anlatan kaç broşür dağıtmışlardır. Yazık ki, bu tür suallere alınacak cevaplar da yukarıda anlatılanlar kadar üzüntü vericidir.
Komünistler, “işçilikte yok olma”nın edebiyâtını, meccanen tebliğ için, her türlü fedakârlığa katlanırken, esâret ve zincir rejimini, “barış ve özgürlük” düzeni olarak yutturabilmenin kavgasını vermektedir. Hür sendikalar ve hatta hür dünya, bu kıyasıya sürdürülen kültür emperyalizmi karşısında gaflete ve acze düşmektedir. Bu gaflet bilançosunu, zaman zaman ekonomik sarsıntılara sebep olacak kadar büyük ve kanlı işçi hadiselerine sahne olmakla ödemektedirler.
Türk işçisi, Anadolunun bin yıllık geçmişiyle şeref duyan, taşıyla toprağıyla âbideleşmiş öz medeniyetinin hazzını kalbinde yaşayan, asil milletinin bir ferdi olduğunun elbette farkındadır. Komünist prolataryasına üye olup, kanlı ihtilâllerle imtihan vermeye hiçde niyeti yoktur. Ancak, DİSK’e girmeğe zorlanıyor, misilli haberlerin menşeindeki tedhiş ve terörü maruz kalan Anadolu evlâdının bu duygularını istismâr, kimsenin hakkı değildir. Türk işçisi şahsi kapris ve ihtiraslara alet edilemez. Edilmemelidir.
Türk sendikacıları, kısa vadeli ve -kendi ihmâlleri yüzünden- köksüz, toplu sözleşme yetkisi almanın keyfini çıkarmak yerine, kültür emperyalizmini önleyici tedbirler almalı, komünist ülkelerde cereyan eden müessif hadiselerden işçiyi haberdar etmeli, kızıl tehlikelere karşı işçiyi devamlı olarak uyarmalıdır. Anadolu tarihîni ve içtimai birliğin teessüsündeki mühim vazifelerini ifa etmelidirler.
SEFA KOYUNCU I 1979