MEMUR TEKNOLOJİ ÜRETİR Mİ
Bana "Türkiye’nin en önemli problemi nedir" diye sorsalar, "Teknoloji üretememek" cevabını veririm.
Teknoloji üretemiyor, üstelik bütün paramızı da diğer ülkelerin ürettiği yüksek teknoloji ürünlerine kaptırıyoruz.
- Çip üretemiyoruz.
- TV, bilgisayarda yapabildiğimiz montaj.
- Yerli ürün cep telefonumuz yok.
- Hâlâ otomobil yapamıyoruz.
- Neden?
- Çünkü her şeyi olduğu gibi teknolojiyi de devletten bekliyoruz.
- Devlet teknoloji üretir mi?
Buyurun cevabı birlikte bulalım:
Evet, devletin memurları, işçileri, mühendisleri ve uzmanları var. Ancak hepsi de 7-8 saatlik mesainin dolmasını bekler. Genellikle dairelerde kocaman bir duvar saati bulunur. Kolunda, masasında, bilgisayarında saat olsa bile, eski alışkanlıkla herkesin gözü duvar saatindedir:
- Mesai dolsa da bir çıksak!
İdealist insan kalmadı mı?
Yanlış anlaşılmasın. Sorgulamaya çalıştığım, memur, işçi değil; sistem, daha doğrusu sistemsizlik.
Asıl teknoloji üretilmesi gereken yer olan laboratuarlarımız normal resmî dairelerden farklı mı?
Oralarda da rutinle yetinilir.
Ekstra çalışmaya prim veya teşvik yoktur. Böylelikle, kimse kendini kafa yormaya mecbur hissetmez.
Dolayısıyla bu çarktan teknoloji çıkmaz. Teknoloji üretmek bütün dünyada idealist insanların işidir.
Bu insanlar hayal ettikleri projeyi hayata geçirmek için gece gündüz demeden çalışırlar.
Böyle insanlar için yorulmak ve mesai mefhumu yoktur. Devlette, özel sektörde ya da bağımsız olsun; önlerine çıkan bütün engelleri usulü dairesinde aşmaya, başarılarını ve buluşlarını tescil ettirmeye çalışırlar.
Dünyada yeni teknolojiler bu idealist insanlar sayesinde ortaya çıkmaktadır. ABD ve Japonya’nın yaptığı ise bu insanları keşf ederek, onlara imkân sağlamak.Bizde galiba bu ikisi de bulunmadığı için teknoloji üretemiyoruz.
Ya idealist insanımız yok! Ya da, az çok varsa bile onlara da devlet sahip çıkmıyor.
Devlet sahip çıkmaya çalışsa, bu defa karşılarına müstahkem bürokrasi kalesi çıkıyor.
Onlar da soluğu yurt dışında alıyor! 30 yıl öncesinden bir hatıra!
Devlet hazinesinin yetmiş sente muhtaç ilan edildiği 70’li yıllarda Seydişehir Alüminyum Tesisleri Araştırma Laboratuvarlarında kimya teknisyeni olarak çalışıyordum.
Devletin petrol ithal edecek döviz bulamadığı, parası ödenemediği için tankerlerin limanlarımıza yanaşmadan geri döndüğü yıllarda, laboratuarımız için hayati önem taşıyan püranal (çok saf) hidroklorik asit de ithal edemiyorduk. Alman Merck firması siparişlerimizi teslim etmiyordu.
Analizleri yapamaz olmuştuk. Kolları sıvayıp gece-gündüz çalışarak, kurduğumuz düzenekte, Bandırma sülfirik asitini ısıtıp, Tuz Gölü tuzunun üzerine damlatmak suretiyle açığa çıkan klor gazını saf su içinde tutarak, Almanlardan daha kalitelisini ürettik ve analizlerimizi yapmaya devam ettik. (İlk deney sırasında, içi asit dolu cam balonun yüksek ısı ve reaksiyon sonucu patlamasıyla, hayati tehlike geçirdiğimi de kaydetmeliyim)
- Sonra ne oldu?
Devlet bu çalışmaya sahip çıkıp, seri üretime geçmeyi akıl etmedi. Kriz geçip de döviz bollaşınca üretimi bırakıp, Almanlardan hazırını almaya devam ettik. Her işimiz aynen anlattığım gibi; sıkışınca en âlâsını yapıp çıkış yolunu buluruz. Tehlike geçtikten sonra ise yine eski tas aynı hamam. Ehli olan gayet iyi anlar ki, analitik evsafta HCL üretimi bütün dünyada, yukarıda kısaca anlattığım metodla yapılmaktadır. Püranalinin ithal fiyatı ise normalinin (teknik) en az on, belki de yirmi katıdır. Bu tespit, binlerce misalden sadece biri.
Her fert ileriye doğru adım atmalı!
Teknoloji üretme işi devlete, devlet memurlarına ve hazırcı özel sektörün keyfine bırakılmamalı; dinini, vatanını, milletini ve bayrağını seven her fert, kendi işinde ve ihtisas alanında, her an bir adım daha ileriye gitmenin yolunu bulmak için kafa yormalıdır. Bu bir azim, irade ve heyecan işidir. Zeki, başarılı ve araştırıcı insanlar, kendi çaplarında mücadelelerini vererek, pes etmeden bütün imkânları zorlamalı, buluşlarını hayata geçirmek için seslerini duyurmalıdır.
Medya olarak biz de kendilerinin emrindeyiz. Herkes ya kendi alanında yeni teknolojiler geliştirmeli, ya da geliştirene sahip çıkmalı; özel kuruluşlar buluş sahiplerini bünyelerinde istihdam etmeli; vatan sathında sessiz ve derinden gönüllü arge (araştırma, geliştirme) seferberliği başlamalıdır.
Netice: Teknoloji üretemediğimiz sürece bağımlı; yani gerçek anlamda bağımsız olmayan, taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışan bir ülke olarak, belki bir müddet daha ayakta kalırız.
- Ya sonra?
Sefa KOYUNCU - BHD Haber I 2006
ETİKETLER:
din
çevre
arşiv
medya
röportaj
türkçe
Türk Dili ve Edebiyatı
muhâfazakar sanat
milli şiir
teknoloji
bilim
asya
avrupa
anadolu
Anadolulu
milli
yerli
san’at
sefa koyuncu
şair
yazar
gazeteci
üçüncü yeni
muhafazakar
Muhafazakâr san’at
anadoluyum
ilim
siyaset
politika
bati
Türk Şiiri
üçüncü yeni akımı
üçüncü yeni nesil
seydişehir
Seyyid Harun Veli
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
devlet
Recep Tayyip Erdoğan
Mustafa Özbek
Ecevit Hükümeti
İşçi Olayları
Türkiye tarihi
iç karışıklık
1980 öncesi
meydana
polis
sendika
1980
genel
anlaşma
chp
yazı
Güncel
Türk Edebiyatı
kütüphane
türkiye
Üçüncü Yeni Nesil Akımı
Türkiye Gazetesi
dil bilimi
türk dili
sohbet
yorum
edebiyat
şiir
kültür
sanat
koyuncu
sefa