KIBRIS DURUŞU YERİNDE

KIBRIS DURUŞU YERİNDE
 
         AB yöneticilerinden gelen, "Yıl sonuna kadar Rum gemilerine limanlar ve hava alanlarınızı açın!" dayatmasına karşı Başbakan Erdoğan'ın, "KKTC'ye uygulanan ambargolar kaldırılmadıkça limanlarımızı ve hava alanlarımızı Rumlara açmayız!" cevabı ve "Aksi halde müzakereler askıya alınır"  tehdidine karşı da   "Siz bilirsiniz!" resti, gâyet yerinde bir duruş! 
         - Bu duruşu bozmamalı ve asla geri adım atmamalıyız. 
         - Şâyet bu duruşu bozar ve Rumlara küçük de olsa taviz verirsek, bu Türkiye için, sonun başlangıcı olur. 
         - Rauf Denktaş'ın tespitiyle Rumlar, KKTC'yi kendi inisiyatiflerinde bir mahalle yapmak peşindedir. 
         - Avrupa Birliği, KKTC'yi Türkiye'den koparıp Rumlara vermeyi başarırsa, sıra Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusuna gelir. Çünkü sırada –Türkiye'yi bölmeye çalışan- Ermeniler, PKK hatta başkaları da vardır… 
 
         Kırılma noktası KKTC mi? 
         Avrupa Birliği yolunda Türkiye, kendi birlik ve bütünlüğüne zarar vermeyecek, hatta bir bakıma Türk halkına fayda sağlayacak kanuni düzenlemeleri yapagelmektedir.
         PKK ve KKTC ise AB ile müzakerelerindeki kırılma noktalarından öne çıkanlarıdır. PKK meselesi AB nezdinde kısmen de olsa aşılmış, bu terörist örgütün iç yüzü anlaşılmış bulunmaktadır.
         KKTC'de ise Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, yapılan referandumda, Annan Planı'na "Evet" diyerek, çözümden yana olduklarını dünya aleme göstermiş ve zâten haklı olan pozisyonların referandum neticesiyle de perçinlemişlerdir.  AB ise referandum öncesi KKTC'ye verdiği taahhütleri yerine getirememiş, daha da vahimi Rumların güdümüne girmiştir. AB ayrıca, kendi kurallarına aykırı olarak, sınır problemleri olan Rum kesimini üye yapmakla büyük bir hata yapmıştır.
         Bazı AB yöneticileri sonradan bu hatanın farkına varmış ancak iş işten geçmiştir. 
         Bu son gelişmeler ve Kıbrıs'ta iki ayrı kesimin varlığını tescil eden 16 Ağustos 1960 antlaşması Türkiye'nin ve Kıbrıslı Türklerin elindeki en önemli kozlardır. Tabiî ki, elde güçlü kozlar bulunması ve medya aracılığıyla "restleşmek" hiçbir şey yapmamaktan iyi olmakla birlikte, asla yeterli değil. Bu noktada yapılması gereken, AB yöneticilerine ve –kalın kafalı- bürokratlarına, bu gerçekleri tekrar tekrar anlatmak, hatalarını ve taahhütlerini hatırlatmak; kısacası, çözüm noktasında meseleyi canlı tutmaktır. Bu görev ise dışişlerimiz, AB ile ilgili birimlerimiz ve parlamentomuzundur. 
 
         AB, Türkiye'den vazgeçemez 
         Görünüşteki bütün itirazlara rağmen AB'nin Türkiye'yi birliğe dahil etme kararı kesindir. Hatta bir bakıma AB'nin devamı, Türkiye'nin üyeliğine bağlıdır. Türkiyesiz bir Avrupa Birliği ancak bölgesel güç olarak kalır ve varlığını sürdürmesi tehlikeye düşer. AB ülkelerindeki Türkiye'ye vaki itirazlar, yıllardır bu halklara Ermeni, Rum ve PKK tarafından yapılan aleyhte propagandaların neticesidir. Evet, Fransa halkında itiraz vardır ancak bu, Türkiye'den Marsilya'ya giden Ermenilerin ve Paris'i mekân tutan sicilli Türk komünistlerin propagandasına dayanır. Bunlar yaklaşık yüz yıldır Avrupa'da Türkiye'yi kötülemeyi meslek edinmişlerdir.
         Ancak devlet adamları ve entelektüeller meselenin farkındadır ve Türkiye'yi AB'ye almak için can atmaktadırlar. Türkiye'nin Avrupa açısından birliğe alınmasını gerektiren pek çok sebep vardır ve buna her gün yenileri eklenmektedir. Bunlardan akla ilk gelenleri sıralayacak olursak:
         Birincisi Türkiye, genç nüfusuyla, yaşlı Avrupa'ya dinamizm getirecektir.         
         İkincisi Türkiye, Orta Doğu'yla birlikte ticari faaliyet sahası geniş olan bir ülkedir.
         Üçüncüsü Türk Ordusu, bütün Avrupa ülkelerinin ordularına bedeldir ve bölge savunmasında en güvenilir güçtür.
         Dördüncüsü ise yeni bir gelişmedir ve Türkiye, Orta Doğu, Orta Asya ve Afrika ile Avrupa arasında enerji köprüsüdür.
         Kısacası Türkiye'nin jeostratejik konumu AB için vazgeçilmezdir. 
 
         Bu duruş çözümü getirir! 
         Türkiye, KKTC'nin mevcut konumuna en küçük bir zarar verecek AB dayatmalarına karşı durması, meselenin çözümünü hızlandıracaktır. Türkiye'den vazgeçemeyen AB, kendi içinde bir hesaplaşmaya gidecek ve Rumların bu tutumlarıyla birliğe zarar verdiği anlaşılacaktır.
         Türkiye gücünü ortaya koydukça AB ile BM, el ele vererek, problemi çözmek zorunda kalacaktır. Bu sebeple Türkiye, gerekirse müzakerelerin kesilmesini dahi göze alarak, Rumlara limanlarını açmamalıdır.
         Müzakereler bir süre için kesilse bile –ki, ihtimâl vermiyorum- yine AB tarafından ve çok geçmeden yeniden açılacaktır. AB, Türkiye'ye mahkûmdur; Türkiye ise AB'ye mahkûm değil. 
         Bu tespitler asla hamaset değil, realitenin ta kendisidir. 
         Kıbrıs'ta asıl çözüm ise –BM, AB ve ABD şimdilik taraf olmasa da- adada iki ayrı devlet; yani KKTC'nin bağımsızlığının tanınmasıdır. Rumların uzlaşmaz tutumu nihayetinde KKTC'nin bağımsız bir devlet olarak dünyaca tanınmasını gündeme getirmiş ve bu husus Avrupa basınında yüksek sesle dillendirilmeye başlanmıştır. 
         - Neticede; en başta söylediğimiz gibi, "KKTC'ye uygulanan ambargolar bütünüyle kalkmadan ve AB, Kıbrıs Türklerine verdiği sözleri yerine getirmeden, limanlarımızı ve hava alanlarımızı Rumlara açmayız!" duruşu gâyet yerindedir. 
         - Kıbrıs'ı –ve akabinde daha pek çok şeyi- kaybetmek istemiyorsak, bu duruşu asla bozmamalıyız! 
 
Sefa Koyuncu  BHD Haber -  03 Temmuz 2006