KAYIKÇI TANTANACI KAPKAÇÇI

KAYIKÇI TANTANACI KAPKAÇÇI
 
           İstanbul'da eskiden Eminönü - Karaköy arasında yolcu taşıyan kayıkçılar, rıhtımda müşteri beklerken canları sıkıldıkça kendi aralarında kavgaya tutuşurlarmış.
           Birdenbire na'râlar atılır, kürekler havaya kalkar, sağa sola savrulurmuş.
           Hiç yoktan çıkarılan kavgayı ayırmak için araya giren halktan bazılarının kafasına kürekler iner, ammâ ne hikmetse kürekler kavga eden kayıkçıların hiçbirinin başına değmezmiş...
           - Günümüzde toplumun baş belâsı hâline gelen "kapkaç" ve "tantanacılık"a dönüşen bu "kayıkçı kavgası"nın adâlet sistemine hattâ milletlerarası politikaya bile yansıdığını fark ettiniz mi?
           - Bir kere, İran-ABD kapışması tipik bir kayıkçı kavgası.
           - Âniden bir gürültü kopuyor, baltalar havaya kalkıyor…
           - Kabak başkasının başında patlıyor!
           İşin aslına bakarsanız, istihbârât ve hesap hatâsından çıkan Irak işgâliyle boyunun ölçüsünü alan ABD, bundan böyle bu coğrafyada hiçbir ülkeye kolay kolay fiili saldırıda bulunamaz.
           - Ammâ taşeronlara kayıkçı kavgası çıkartmaktan da geri kalmaz!
           Türkiye çok dikkatli olmalı, ABD-İran arasında arabuluculuğa kalkışmamalıdır. Saddam Hüseyin bu oyuna geldi (İran'la, Kuveyt'le savaştı) ve sonunda füzeler tepesine indi.
           - İran asırlardır zâten patlamaya hazır bir bomba gibi orada durmaktadır. Türkiye'nin hasımlarıyla iş birliği yapmaktan (dün olduğu gibi bugün de, bundan sonra da) aslâ geri durmaz, ammâ, atom bombası yapsa bile Türkiye'ye karşı kullanamaz.
           - Kullanırsa o bomba elinde patlar.
           Teknik olarak İran'ın, Türkiye'ye atacağı atom bombasının tesiriyle ortaya çıkacak öldürücü ışınların ve yakıcı-yıkıcı yüksek basınçlı radyoaktif rüzgârların ters etkisiyle, kendisinin de menzile girme ihtimâli yüksektir. Ayrıca teknoloji, atom bombasının Hiroşima ve Nagazaki'ye atıldığı ve yaklaşık 200 bin kişinin öldüğü 1945'li yılları çoktan geride bıraktı.
           - Atom bombası artık tehlike olmaktan çıkmıştır.
           - Yeter ki sen paradan haber ver!
           - "Çünkü haber alma merkezlerinde, radar ile düşmanın bomba taşıyan tayyâresinin harekete geçtiği görülüyor. Yerden idâre edilen roket atılarak, tâm isâbet ile, bomba düşmanın memleketi üzerinde patlatılabiliyor ve kendi bombası ile kendisi imhâ edilebiliyor".
           - Geriye ne kaldı?
           - Enerji üretimi için sivil nükleer santral.
           - Kursun, kim ne diyebilir ki!
           - Aynı dert bizde de var.
           - Biz de ülkemizde çok sayıda nükleer santral kurulsun istiyoruz.
           - Bu durumda İran'a, "komşu, biz kuralım da sen kurma" deme hakkımız    yok!
           - Bunu İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw da söylüyor.
           - ABD ve İngiltere, İran'dan istediği tâvizi koparır ve bu göstermelik kavga da biter.
           - Geçmişte bunun pek çok örneği vardır.
           - Sular durulur, sonunda "Evli evine, köylü köyüne döner" ve bu hengâme arasında olan, işgüzârlığa kalkışarak, arabuluculuğa soyunana olur.
           - Nitekim, tedricen düşen tartışmanın ateşi bu defa da küllenmek üzere…
        
           Adâlet sistemi Temel fıkrası gibi…
           Son birkaç aydır adâlet sistemimizde yaşanan komiklikleri alklınız, havsalanız alıyor mu? Bir Orhan Pamuk da'vâsı var ki, Kemal Sunal filmlerine taş çıkartır.
           Önce Pamuk hakkında Türk milletine, orduya hakaretten da'vâ açıldı. Pamuk, bu cinâyetleri kimlerle ve nasıl irtikâb ettiğini açıklamadı (gerçi soran da olmadı) ammâ "Biz Türkler bir milyon Ermeniyle, 30 bin Kürdü öldürdük" dedi.
          Oysa biz millet olarak böyle alçakça bir fiilde bulunmadık Babalarımız ve dedelerimizin, hattâ büyük büyük dedelerimizin de böyle bir cürüm işlediğine dair "kanıt" yok! Bu iftira, ya da itirâfı neresinden uydurdu ise, hâkimin Orhan Pamuk'a "Anlat! Bu cinâyetleri nerede ve kimlerle birlikte işledin!" diye sormasını ve olayı aydınlatmasını beklerdik. Bu olmadı…Şişli Adliyesine hurraa!
           - Ne oluyor?
           - Orhan Pamuk, yargılanacak!
           AB temsilcileri, yerli, yabancı görüntülü ve yazılı medya, taraf olanlar, karşı olanlar oradaydı. Yumurtalar, yumruklar havada uçuştu, kimi tartıştı kimi vuruştu.
           - Karar: mahkemenin yargılama yetkisi yok, da'vâ ertelendi, dosya Adâlet Bakanlığına gönderildi.Bu arada AB'den "Gözümüz Pamuk ve Rektör Yücel Aşkın da'vâsı üzerinde hâ!" yollu açıklamalar geldi. Aynı şekilde, Türkiye'deki at gözlüklü sözde aydınlar da şaha kalkarak, yargının üzerine hamle üstüne hamle yapıp, kişnedi.
           Oysa Pamuk Türklüğe hakaretten Aşkın ise yüz kızartıcı yolsuzluk suçundan yargılanıyor.
           - Aydın bozuntularına ne oluyor?
           - AB'yi ne ilgilendiriyor?
           - Bağımsız yargıya neden 'gem',  'köstek' ve 'yular' vurulmaya çalışılıyor?
           Derken daha ikinci duruşma günü gelmeden Adâlet Bakanlığından bir açıklama geldi:
           - Orhan Pamuk'un yargılanmasına izin verme yetkimiz yok!
           - Mahkemenin canına minnet; o da demez mi: Adâlet Bakanlığının izin yetkisi yoksa, bizim yargılama yetkimiz hiç mi hiç yok!
           - Pek tabiî ki, (da'vâ konusu Orhan Pamuk olunca) bu seremoniyi TBMM'ye taşıyacak muhalefet de yok!
           - Borcunu ödemediği için kendisinden da'vâcı olduğu kişinin mahkemede,"Hâkim bey, ben bu adamı tanımıyrum" demesine kızan Temel, alacağından da vaz geçerek, "Sen beni tanımıyorsan, ben de seni hiç tanımayrum!" diye bağırarak, mahkeme salonundan çıkıp gider.
           - Ve da'vâ düşer!
           - Demek ki, Türklüğe hakâretin müeyyidesi yok!
           - Müeyyidesi var idiyse bu defa da yargılama yetkisi olan merci yok!
           - Neticede bu "kayıkçı kavgası" sırasında Orhan Pamuk, işi "tantana"ya getirerek, "beraati" 'kap'ıp 'kaç'tı! Ve yansımalar…Aflarla, kanûnî boşluklarla suçluyu salıverip yeni cürümlere davetiye çıkartan ve "Balık baştan avlanır, baştan kokar" dedirten bu tür alavere dalavere acabâ topluma nasıl yansıyor?
            'Tantanacılık' yöntemiyle yaklaşık 200 kişiden milyarlarca lira "kapıp kaçan" üç kişilik bir çetenin yakalandığını ve bu kişilerin sorgularında "İkimiz kavgaya tutuşuyorduk. Mutlaka biri bizi ayırmaya geliyordu. Üçüncü arkadaşımız da gelenin cüzdanını çalıyordu" şeklinde ifade verdiğini açıklayan polis, işin içinden nasıl çıkacak?
           Sözün özü, suçlu cezâsını çekmezse "kayıkçı", "tantanacı" ve "kapkaççı", cüzdanlar gibi vicdanlararı da "gasp" etmeye, yürek yakıp, ferd ve toplumu sızlatmaya devam eder. 
           - Ne dersiniz?
           - Orhan Pamuk'u hiç olmazsa bir müddet tek ayak üstünde durdurmalı mı idik?
 
Sefa Koyuncu  - BHD Haber I 2007