BORU SESİ KANUNU
Türkçede bir "büyük-küçük ses uyumu" rezâleti vardır.
- Öteden beri kafama takılır durur.
- Âhenk kanûnu da denen bu sözde 'uyum yasası' aslında adının tam tersine, Türkçeyi âhenksizleştiriyor, armonisini bozuyor.
-"Bu tespitimde yalnız mıyım" diye bir araştırma yaptım; başta Nihat Sami Banarlı olmak üzere, bu ucûbeye karşı olan dilcilerin de varlığını öğrendim.
- Oktay Sinanaoğlu ve Alev Alatlı'ya göre ise "bu uyum kanûnu" Türkçe için müthiş bir özellikmiş!
- İsmail Hâmi Dânişmend de buna "Türkçenin âhenk kanûnu" diyor ve "Ziya Gökalp'e ben öğrettim" diye övünüyor.
- Bu komedinin nesiyle övünülür ki!
- Zîra bu kelime kafatasçılığı güzel lisânımızı hem çirkinleştiriyor hem de fakirleştiriyor.
- Bu sebeple okullardaki "büyük ünlü, küçük ünlü uyumu" dersleri bana hep "boru sesi"ni hatırlatmıştır. Çünkü, bu kanûna göre ses dediğin, "yat-kalk borusu" gibi, ya kalın sıradan "ta, tı, to, ta, tu" diye "bas" çıkmalı, ya da ince sıradan "ti, tö, tü" biçiminde "tiz" çıkmalı.
- Bu hesapça, sanki insan gırtlağı sadece 'do' ve 'si' sesi veren iki delikli kaval!
Öğrencilere (üniversite dâhil) yıllarca nefes tüketilip deniliyor ki, Türkçe bir kelimenin birinci hecesinde kalın bir ses (ünlü) (a, ı, o, u) bulunuyorsa, diğer hecelerdeki ünlüler de kalın; ince bir ünlü (e, i, ö, ü) bulunuyorsa, diğer hecelerdeki sesler de ince olur.
Bu kurala büyük ünlü uyumu adı verilir. Üstüne üstlük bir de, Türkçe sayılması için seslerin "aı, ei, ıa, ie" veya "ua, üe" biçiminde çıkarılması istenen küçük ünlü uyumu ihdâs edilmiştir. Ve daha neler… Ben de buna, hafızalarda yer etsin diye, "boru sesi kanûnu" diyor ve ekliyorum:
- İnsan sesi, boru sesi değildir!
-İnsan sesi, siren sesi değildir!
-İnsan sesi, hayvan sesi değildir!
Türkiye, "mö-mö-mö", "me-me-me", "ü-ürü-ü" gibi yeknesak seslerin yankılandığı
Ali Baba'nın çiftliği değildir!
Maksat dinle bağı koparmak mı?
Akıllarınca, büyük ve küçük ünlü uyumu kuralına uymayan kelimeler Türkçe değilmiş! Yani, başta "insân" olmak üzere; inanmak, imân, islâm, imâm, âlim, câmi, ezan, minâre, selâm, kelâm, merâm, insâf, iz'ân, irfân, nezâket, nâzik, kitap, kâtip, gazete, anne, kardeş, şehâdet, şâhit, pehlivan, rüzgâr, dâhi, pilav, elma, hangi, hani, şişman, ahenk, badem, ceylân, çapari, çiroz, dükkân, fidan, hamsi, kestane, kiraz, liman, limon, ma'den, manifatura, metal, meydan, mikrop, model, nişan, nişasta, terâzi, tercüman, tezgâh, tiyatro, valiz, vida, viraj, yadigâr, ziyâfet, ziyâret, hilâl, gülnihâl ve daha sıralayabileceğimiz binlerce âhenk âbidesi kelime, "boru yasası"ndan geçemedikleri için Türkçe değilmiş!
- Peki ya bu kelimeler necedir?
- Nece olacak kardeşim; bunlar, atalarımızın Orta Asya'dan Anadolu'ya, Afrika'ya, Avrupa'ya binlerce yıllık yolculuğu sırasında konakladıkları coğrafyalardaki kültürlerden aldıkları kelimelerdir. Göktürkçedir, Karahanlıcadır, Selçuklucadır, Osmanlıcadır; kısacası, saçma sapan, sun'î yasalara uysa da uymasa da Türkçe oğlu Türkçedir!
Olanca gayretleri, atalarımızın bin yılda meydana getirdiği, dünyanın en seçkin medeniyet, kültür, tarih, san'at ve edebiyatının yapı taşları olan Osmanlıca kelimeleri saf dışı bırakmak, ya da deforme edip, tanınmaz hale getirmektir.
Bütün bu evirip çevirmelerin hedef noktası da, bin küsur yıldır Müslümân olan ecdâdımızın inançları gereği bu dinin mensuplarının lisânından, Arapça ve Farsça'dan aldıkları İslâmî kelime ve kavramları dilden söküp atmak; din ve tarihle bağımızı koparmaktır.
Saklısı gizlisi yok; bunu zaten açıkça övünerek söylüyor ve bir hayli de mesafe almış bulunuyorlar.
Bu kafatasçılık değil de nedir?
Dilcilerimizin "büyük ses uyumu"nda ısrar etmelerinin büyük hatâ olduğuna dikkat çeken Nihat Sami Banarlı, "Böylece bizi "yapamayacak", "gelemeyor", "mutluluğunuzun" gibi aynı ünlü harfin 3 ila 7 kere kullanıldığı, söylenmesi de dinlenmesi de tatsız kelimeler kullanmaya zorlarlar. Hâlbuki insanımız, ana yerine anne, ataş yerine ateş,minara yerine minâre diyerek, ruhundaki inceliği ortaya dökmüştür. Türk insanı sürahi, yasemin, müstakbel, manyetik gibi 3 ayrı ünlü (sesli) bulunduran kelimeleri benimsemiş ve severek kullanmıştır" demektedir.
Nejat Muallimoğlu da, "Türkçe Bilen Aranıyor" isimli kitabında, şu değerlendirmeyi yapıyor: "Bizim, dilcilik denen şeyden nasiplerini almamış zavallılar, o 'fosilleşmiş büyük ses uyumu' denen kuralla, dilimizin kötü konuşulan bir dil hâline gelmesinde büyük bir adım attıktan sonra, nispet ekini (î) ve inceltmeli (uzatmalı) â'yı dilimizden kovdular.
Beni bilhassa üzen ve düşündüren husus, Türkçenin kötü konuşulan kakafonik bir dil hâline getirilmesi karşısında akademik çevrelerden 'tıs' çıkmayışıdır".
- Yaptıkları dilcilik falan değil, olsa olsa kelime kafatasçılığıdır.
- Büyük ve küçük ünlü uyumu kanûnu adeta kelimeden düdük makarna yapmak gibi bir şey!
- Et parçalarını makinaya atıp, aynı kalınlık-incelik, düzlük ve yuvarlakta sucuk çıkarmak gibi bir operasyon; dahası:
- Kıyma makinası!
- Çöp makinası!
- Deformasyon tuzağı!
- Kelime yamyamlığı!
Ses uyumu safsatası, bugüne kadar, okullarda öğretmek için binbir dereden su getirildiği hâlde bir türlü öğretilemeyen, öğrenilse bile hayatta hiçbir faydası olmayan beyhûde işlerden biridir.
Bu kafatasçı zihniyet sebebiyle Türkçe lâyıkıyla öğretilememekte, öğrenilememektedir. Bu dil anarşistleri yüzünden, diğer derslerden başarılı olan Türk gençleri, üniversite imtihanında en düşük puanı Türkçeden almakta ve istikbâlleri kararmaktadır!
- Daha ne söyleyelim?
- Bari gırtlağımızı ve dimağımızı rahat bırakın da monoton, melankonik, kakafonik, güdük ve hödük sesler yerine, istediğimiz, sevdiğimiz, hoşlandığımız güzel Türkçeyle terennüm edelim; kibâr konuşalım; renkli, âhenkli ve zevkli yazalım!
Sefa KOYUNCU - BHD Haber I 2006