'ÜÇÜNCÜ YENİ' ÖZE DÖNÜŞ HAREKETİ ÇIĞ GİBİ BÜYÜYOR
İktisatçı, araştırmacı, yazar, çevirmen; öğrenciliği hiç bitmeyen (Soroslu değil) Toroslu eğitimci, MBA" Mehmet Ali Sulutaş: "Devrik Cümle başlıklı yazınız ve çabalarınız ilgimi çekti…
Her ne kadar, toplumdaki postmodern çözülme yüzünden son yıllarda mahrum kaldı isek de, dil ve edebiyat sohbetleri, oldukça zevklidir. İyi ki internet çıktı da, bu hoş sohbetlere yeniden kavuşma imkânı bulduk.
Efendim, bir asırdır bozulmaya ve aslından asâletinden uzaklaştırılmaya, has kelimeler yerine ne yapıp edip naylon kelimeler ikâme edilmeye çalışılan bir dilde düzgün konuşmak, okumak, yazmak kolay mı?
Elbette ki zor; hem de çok zor. Ne var ki, bu zorluğu aşmaya, kelimeleri yerli yerinde, imlâsına uygun kullanmaya, nesir cümlelerini de yüklemi sonda olacak şekilde kurmaya çalışmalıyız.
Aslında, "Türkçeyi kurtaralım" diye feryâd-ü figân edip duranların da yapması gereken tek şey bu; kelimeleri yerli yerinde, imlâsına uygun kullanmak, cümleleri de yüklemi sonda olacak şekilde kurmak!
Yoksa, "dostlar alışverişde görsün" misâli bağırıp çağırıp da, hiçbir şey yapmamakla ne dil, ne edebiyat, ne de kültür düzelir. Bütün işlerin düzelmesi için her şeyden önce doğru yazmalı, güzel okumalı, düzgün konuşmalıyız ki,
birbirimizi doğru anlayabilelim; "lisân-ı hâl, lisân-ı kalden entakdır; yani, bir işi fiilen yapmak, o iş üzerine konuşmaktan daha üstündür".
Parolası "Ölçülü şiir, kaideli cümle" olan edebiyatta Üçüncü Yeni hareketinin öncüleri olarak, kelimeleri aslına, cümleleri de kuralına uygun yazmaya çalışıyoruz. Hatâlarımız, noksanlarımız olmuyor mu; elbette ki oluyor.
Ne güzel söylemişler:
İnsan beşer, durmaz şaşar, eyler hatâ üçer beşer,
Düz ovada yürür iken, ayağını sürter, düşer.
Çok şükür ki, hatâlarımızı fark ederek, bize bildiren dikkatli dostlarımız var. Bu değerli dostlardan biri, "Üçüncü Yeni" başlıklı tarihî yazısıyla hareketimizin poetikasını çarpıcı ve patetik bir üslupla açıklayan Muammer Erkul'dur.
Üçüncü Yeni'nin, kuruluşundan itibâren, ilk bir aylık zaman dilimi içerisinde kat ettiği mesafeyi özetlediğim "Aylık Rapor" başlıklı yazımda, Genelkurmay Başkanı Yaşar Bükükanıt'ın soyadının sehven "Büyük Anıt" şeklinde yazmış olmam, Muammer Erkul'un gözünden kaçmamış. Bir maille bildirmek lütfunda bulundu; biz de hemen "Büyükanıt" şeklinde düzelttik.
Ne demişler:
"Hatâsını kabul etmek fazilettir" ve "Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz".
(Soroslu değil) Toroslu bir eğitimci!
Diğer bir dikkatli kişi de, künyesini, "iktisatçı, araştırmacı, yazar, çevirmen; öğrenciliği hiç bitmeyen (Soroslu değil) Toroslu bir eğitimci, MBA" olarak, espritüel bir tarzda takdim eden Mehmet Ali Sulutaş.
Sulutaş, 7 Mart 2007 tarihli ve "Devrik Cümle ve ötesi..." başlıklı mailiyle, bize şöyle merhaba dedi:
"Sayın Koyuncu,
Türk dili üzerine yazdığınız 'Devrik Cümle' başlıklı yazınız ve çabalarınız ilgimi çekti. Benim de bağrım yanık olduğu ve bu bağlamda aşırı çaba gösterdiğim için öğrenmek istedim: Bu yazıyı siz mi yazdınız yoksa Doç.Dr. Leyla Karahan'dan alıntı mı yaptınız? Bağışlayın, yazı sonunda parantez içinde o adı görünce kafam karıştı da… Beni aydınlatırsanız sevinirim. Bu vesileyle 'Mort-ga-ge' konusunda yazdığım ve paylaştığım yazımı size de gönderiyorum.
Düşünce, fikir ve girişim alış-verişine devam derken esenlikler dilerim".
Tabiîdir ki, "Devrik Cümle" başlıklı yazıyı okuyan herkes, yazının bana ait olduğunu, son bölümde, tezimi güçlendirmek için Leyla Karahan'ın "Türkçede Söz Dizimi" kitabından, kaynak vererek bir paragraf aldığımı hemen anlar. Sulutaş da bunu elbette anlamıştır ancak tecâhüli ârifâne kabilinden nâzik bir ifadeyle bana, alıntıyı tırnak içine almam gerektiğini hatırlattı. Düzeltmeyi yapıp, hemen kendisine bir maille bildirdim:
Mehmet Ali bey, Hassasiyetiniz dikkate alınarak, yazımdaki Leyla Karahan'a ait bölüm tırnak içine alınmıştır.
Tabiî, bu tanıtım fırsatını da kaçırmayıp, maile bir cümle daha ekledim. Ayrıca, konuyla ilgili, şu adreslerdeki yazılarmı da okursanız memnun olurum:
Selamlar. Sefa Koyuncu
www. mavizaman.comsitemizi ilâve etmeyi unuttuğumu da şimdi hatırladım.
Derken efendim, Mehmet Ali Sulutaş'dan bir mail daha geldi. Diyordu ki,
"Sevgili Sefa Koyuncu, düzeltme iletiniz için teşekkür ederim. Aşağıdaki
saptamalarıma da bir bakar ve beni de bilgilendirirseniz sevinirim. Yanlışım olabilir. Sevgimle, mas 8.3.7
Konfiçyüs'ün= Konfüçyüs'ün; Türkiyemiz= Türkiye'miz; Türkçe'yi=
Türkçeyi; sarfediyor= sarf ediyor; Türkçe'nin= Türkçenin; maâlesef=
maalesef=ne yazık ki; karşlığını= karşılığını; 'mortgage'ın='mortgage'nin;
uslûbunun= üslûbunun=tarzının=deyişinin=biçiminin; ve "yardımcı unsurlardan
ana unsura doğru diziliş"= 'yardımcı unsurlardan ana unsura doğru diziliş'
(bir "" içine bir "" daha yerleştirilince karışıklık oluyor; onun yerine'') mi acaba?
"Devrik cümle, yüklemi sonda bulunmayan cümledir. Bu tür cümleler daha
çok şiir dilinde görülür. Çünkü şiirde, kelimelerin ses yapısı her zaman ön
plandadır. Atasözlerinde, günlük konuşmalarda, günlük konuşmaların
aksettirildiği veya konuşma, sohbet üslûbunun hâkim olduğu eserlerde devrik
cümle kullanılmıştır. Yüklemi sonda bulunan cümle kurallı cümledir.
Türkçede cümlenin ana unsuru yüklem, genellikle cümlenin sonunda yer alır.
Yardımcı unsurlardan ana unsura doğru diziliş, Türk cümle yapısının temel
özelliğidir.
"Bir dil, diğer dillerden gramer şekilleri ve cümle yapısı ile ayrılır.
Türk cümle yapısının 'yardımcı unsurlardan ana unsura doğru diziliş'
özelliği korunmalı, devrik cümle yaygınlaştırılmamalıdır".*
* (Doç.Dr. Leyla Karahan, Türkçede Söz Dizimi, s.79, Akçağ-1995 Ankara)
Evet, tahmin ettiğiniz gibi, iş büyümüştü. Bu tespitlerin tamamı yanlış ise bizim "Devrik Cümle" başlıklı yazı, "Nerem doğru ki!" diyen Acem devesine dönmüş olmalıydı. Üstelik biz de kalkmış bir de Üçüncü Yeni'den, "Vezinli şiir, kaideli nesir"den bahsediyorduk! Haydaa! Oldu mu şimdi?
İşin esprisi bir yana, dostlarım çok iyi bilir ki, kimden olursa olsun bana gelen her maili dikkate alır, cevaplandırmaya çalışırım. Var mısınız? Mehmet Ali Sulutaş'ın "Devrik Cümle" başlıklı yazımda bulduğu hatâları tek tek inceleyelim:
Mehmet Ali bey, "Konfiçyüs'ün, Konfüçyüs şeklinde yazılması lâzım" diyor. Baktım; Konfüçyüs / Konfiçyüs adının bizde olduğu gibi dünyada da Conficius/Confucius yazılışları kullanılmaktadır.
Meselâ: Conficius, http://images.google.com.tr/images?q=conficius&hl=tr&sa=N&ie=UTF-8&oe=UTF-8&um=1&tab=wi
Mehmet Ali bey, "Türkiyemiz, yazarken (yanlış anlamıyorsam) Türkiye'miz şeklinde kesme işaretiyle ayırmak gerekir" diyor.
"Türk Dil Kurumu-Noktalama İşaretleri"ne bakalım:
UYARI
Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz:
Türklük, Türkleşmek, Türkçü, Türkçülük, Türkçe, Müslümanlık, Hristiyanlık, Avrupalı, Avrupalılaşmak, Aydınlı, Konyalı, Bursalı, Ahmetler, Mehmetler, Yakup Kadriler, Türklerin, Türklüğün, Türkleşmekte, Türkçenin, Müslümanlıkta, Hollandalıdan, Hristiyanlıktan, Atatürkçülüğün.
http://www.tdk.org.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF38C9FF22CFEEDAF0
Mehmet Ali bey, maâlesef, maalesef şeklinde yazılmalı diyor ki, haklıdır;
'mortgage'ın yazılması gerekirken 'mortgage'nin şeklindeki yazılışın sehven olduğu, kelimenin aynı yazı içindeki doğru yazılışlarından anlaşılabilir.
"Uslûbunun kelimesinin "üslûbunun" şeklinde yazılması gerektiğini belirtiyor ki, bunda da haklıdır; yazılarımda ben üslûp yazılışını kullanıyorum ancak, kaynak kitaba baktım, aynen orada yazıldığı gibi uslûb şeklini değiştirmeden almışım.
Mehmet Ali beyin, şu cümlede ne demek istediğini ise anlayamadım.
Siz (ya da kendisi) anladıysanız, bildirin, değerlendirelim.
Kaldı ki, uslûb yazılışının kullanımı gibi burada eleştirilen cümle de Leyla Karahan'a ait. Mehmet Ali beyin, anlaşılamayan sorusu, şu:
"Yardımcı unsurlardan ana unsura doğru diziliş"= 'yardımcı unsurlardan ana unsura doğru diziliş' (bir "" içine bir "" daha yerleştirilince karışıklık oluyor; onun yerine'') mi acaba? Gerçekten, ne kasdettiğini anlayamadım. Mehmet Ali bey, son olarak, alıntı yaptığımız kaynak kişi ve kitabı, bir yıldız koyarak, yazıdan ayırmamızı tavsiye ediyor:
"Bir dil, diğer dillerden gramer şekilleri ve cümle yapısı ile ayrılır.
Türk cümle yapısının 'yardımcı unsurlardan ana unsura doğru diziliş'
özelliği korunmalı, devrik cümle yaygınlaştırılmamalıdır".*
* (Doç.Dr. Leyla Karahan, Türkçede Söz Dizimi, s.79, Akçağ-1995 Ankara)
Tabiî ki, iktibas yapılan kaynak kişi ve kitabı belirtme şekli yazardan yazara farklılık gösterebilir.
Nitekim, Mehmet Ali Sulutaş, bize bu yıldızlı şekli tavsiye ederken, kendisi de yazılarında Meselâ, http://groups.google.com/group/KEAG/topics adresinde yayınladığım, "Uzun Dönemli Konut Edinme=Mortgage" başlıklı yazısında) aynen bizim kullandığımız yıldızsız metodu tercih etmiş.
Bu yazdıklarımdan Mehmet Ali bey, alınır mı?
- Hiç zannetmiyorum. Çünkü, bütün uyarılarını dikkate aldım.
- Ayrıca, onun uyarılarından alınmak bir yana, kendisine memnuniyetimi ifade ettim; tebrik ve teşekkürle karşıladım.
Mühim olan, bilgimizi paylaşmak ve doğruyu bulmak!
- Her neyse, hani nasıl derler; sadede gelecek olursak, bu sohbette ne öğrendik? "Konuşurken ve yazarken kelimelerin imlâsına çok dikkat etmemiz, hatâmızı görüp bizi ikaz eden olunca da, o dost kişiye teşekkür edip, hatâmızı hemen düzeltmemiz gerektiğini öğrendik", diyebilir miyiz?
- Diyebiliyorsak, ne mutlu bize!
Yazıya tam da burada noktayı koymak üzereydim ki, birden bire hatırladım;
Mehmet Ali Sulutaş'ın bana yazdığı ikinci maildeki "saptamalar" kelimesi üzerinde de biraz duralım.
Türk Dil Derneği, Adıyaman'dan Arda Sercan Yılmaz'ın, "Saptamak sözcüğünün kökünü söyleyebilir misiniz?" sorusuna,
"Saptamak" sözcüğünün kökü "sap"tır. Bu köke [+ ta] eki getirilerek türetilmiştir. Sap-ta-mak: Yere çakılmış, bir nesneye saplanmış gibi kımıldamaz duruma getirmek, değişkenliği, başkalaşmayı, yanıltıcılığı önlemek. Kesin bilgi edinmek" cevabını veriyor.
Saptamanın, 'sap'tan türetildiği ilk bakışta zâten belli oluyor.
Atalarımız da, 'sap'tan, "sap çekmek/sap gibi/sapa/sapak/sapaklık/sapalık/sapan/sapansız/
saparna/saparta/sapartayı vermek/sapartayı yemek/sapasağlam, sapsağlam/
sapatar/sapçık/sapı silik/sapık/sapıkça/sapıklaşma/ sapıklaşmak/sapıklık/sapılma/
sapılmak/sapına kadar/sapır sapır/sapış/sapıtış/sapıtma /sapıtmak/sapkeser/sapkın/
sapkın kaya/sapkınlaşmak/sapkınlık/saplama/saplamak /saplanış/saplanma/
saplanmak/saplantı/saplantılı/saplayış/saplı/sapma/ sapmacı/sapmacılık/sapmak, -ar/ sapsağlam/sapsarı/sapsarı kesilmek ( ya da olmak)/sapsız/sapsız balta/saptırıcı/
saptırılma/saptırılmak/saptırma/saptırmak" kelimelerini türetmişler ama bu kelimelerin hiçbiri, dayatmayla sonradan türetilen, saptama/saptamak/saptanım/ saptanımcılık/saptanış/saptanma/saptanmak/saptayıcı/saptayım/saptayış" kelimeleri kadar, zevksiz ve "ipe sapa gelmez" değil!
Bu da bizden, Mehmet Ali Sulutaş'a merhaba olsun! 'Merhaba'nın bir ma'nâsı da, "Tanıştığımıza memnun oldum" demektir.
Belki, kelimenin ihtişâmını ayaklar altına alan "sözcük" garâbeti üzerinde de durmalıydık ama bu defalık bu kadar yeter.
-Sıkılmadınız, değil mi?
-Dil ve edebiyat sohbetlerinin zevkine doyum olmadığını, en başta söylemiştim!
Sefa KOYUNCU - 10.03.2007