Üçüncü Yeni Manifesto

ÜÇÜNCÜ YENİ MANİFESTO / Sefa KOYUNCU
 
Serbest şiir «serbest»ten başka her şey olduğuna göre, başka bir ad altında savunulması (şairane-şiirce gibi) daha yerindedir.
 
Birçok serbest nazım yazarının böyle yenilikler getirdiğini ve materyallerini seçme ve ele alma yolunda yaptıkları yeniliklerin -kendi zihinlerinde değilse bile okurlarınınkinde- şekilde yenilikle karıştığını biliyorum. Serbest şiir gerçek bir şiir şekli olsaydı olumlu bir tanımlaması yapılırdı.
 
Oysa ben bunu ancak olumsuz kelimelerle tanımlayabiliyorum: (l) kalıp yokluğu, (2) kafiye yokluğu, (3) ölçü yokluğu.
 
(T.S. Eliot)
 
ÜÇÜNCÜ YENİ MANİFESTO
Üçüncü Yeni’nin temel esaslarını, 3 maddede şöyle özetleyebiliriz:
1-Şiirler; ölçülü kafiyeli, anlamlı ve biçimli metinlerdir.
2-Türkçe nesir cümlesi kurallıdır.
3-Vezni olmayan her yazı, nesirdir.
 
 
Şimdi, 3. Yeni’nin bu 3 temel esâsını sırasıyla biraz daha açalım:
1-Türk edebiyatında şiir, ölçülü kafiyeli yazılır/söylenir (hece-aruz). Serbest metinlere şiir adı verilmesi, kesinlikle (ve özellikle Millî Eğitim ders kitapları ile edebiyat fakültelerinde) düzeltilmesi gereken tarihî bir yanlıştır. Halit Ziya Uşaklıgil’in serbeste ‘mensur şiir’ demesi yanlıştır, absürddür. Çünkü vezni olmayan her yazı esâs itibariyle nesirdir. Şiiri nesirden ayıran temel unsur vezin, yani; ölçüdür. Vezinsiz metin, istediği kadar sanatlı, duygulu, anlamlı ve akıcı olsun, nesir oğlu nesirdir! Düz metinlerin ‘şiir’ olarak adlandırılması, edebiyat ilmine aykırıdır! Ölçülü kafiyeli hakîki şiiri yok etmeye yönelik, kasıtlı bir davranıştır. Osmanlı edebiyatında benzer metinler, süslü nesir, mensûre, secili nesir, şâirane nesir olarak adlandırılmış ve asla şiir, ‘serbest şiir/mensur şiir’ denilmemiştir. 
 
Yeri gelmişken, sıkça sorulan; “Vezinli kafiyeli her metin şiir midir?” sualine hemen cevap verelim: Evet, vezinli kafiyeli, biçimli ve anlamlı her metin esas itibâriyle şiirdir. Çünkü, ölçü başta olmak üzere, şiirde aranan temel teknik özellikleri taşımaktadır. Ancak, iyi bir şiir olup olmadığı; şâirin, vezin, kafiye, şekil ve ma’nâyı başarılı bir şekilde kullanıp kullanamaması ile alâkalıdır. Bu sebeple, vezni kafiyesi, şekli ve ma’nâsı olan manzum bir metin için sorulacak sual; bu şiir mi, değil; bu, iyi bir şiir mi, kötü bir şiir mi, şeklinde olmalıdır.
 
Kısacası, vezinli her metin, kötü yazılmış bile olsa –şâiri, has şiirin vezin haysiyetini koruma gayreti gösterdiği için- şiir olarak incelemeye değerdir. Başarısız yazılmış ise kötü şiirdir ama yine de şiirdir; çünkü vezinlidir.
 
Vezni yoksa, -yazarı, her ne kadar şiir olduğunu iddia etse de- zinhâr şiir değil, nesirdir. Bunlar düz yazı kategorisinde değerlendirilir ve öncelikle cümlelerinin kurallı olup olmadıklarına bakılır. Kurallı ve şiiriyet açısından başarılı iseler, ‘şâirane edebî nesir/şiirce’ olarak kıymeti hâiz olurlar. Devrik cümle ile kaleme alınmışlarsa, ne şiir, ne de kurallı nesir olmadıkları için edebî kıymetleri yoktur.
 
2-Türkçe nesir (düz yazı) cümlesi kurallıdır. Nesirde devrik/ters cümle Türkçe’nin baş düşmanıdır. Türkçe’mizi, yabancı kelime girmesi değil; temel yapı taşı olan kurallı nesir cümlesinin terk edilmesi yıkar. Şiirde vezin, kafiye ve anlamı denk düşürmek için devrik cümle kullanılagelmiştir, kullanılabilir. 
 
"Devrik cümle, yüklemi sonda bulunmayan cümledir. Bu tür cümleler daha çok şiir dilinde görülür. Çünkü şiirde, kelimelerin ses yapısı her zaman ön plandadır. Atasözlerinde, günlük konuşmalarda, günlük konuşmaların aksettirildiği veya konuşma, sohbet üslûbunun hâkim olduğu eserlerde devrik cümle kullanılmıştır. Yüklemi sonda bulunan cümle kurallı cümledir. Türkçede cümlenin ana unsuru yüklem, genellikle cümlenin sonunda yer alır. Yardımcı unsurlardan ana unsura doğru diziliş, Türk cümle yapısının temel özelliğidir.
Bir dil, diğer dillerden gramer şekilleri ve cümle yapısı ile ayrılır. Türk cümle yapısının “yardımcı unsurlardan ana unsura doğru diziliş” özelliği korunmalı, devrik cümle yaygınlaştırılmamalıdır". (Doç.Dr. Leyla Karahan)(1)
 
Bu noktada, devrik/ters cümleyi dilimize sokmak için, Nurullah Ataç ve Nazım Hikmet’in özel gayret sarf ettiklerini kaydetmeliyiz.
 
3-Vezinsiz kafiyesiz, fakat; şiir gibi akıcı, duygulu ve sanat kaygısı ile kaleme alınmış “serbest” metinler, şiir değil, eskilerin tâbiriyle ‘şâirane nesir’ ya da bugünün Türkçe’siyle ‘şiirce’dir. Serbest metinlere “şâirane nesir veya şiirce” adı verilmesi, bu eserleri küçültmez; vezinli kafiyeli asıl şiirden farklı bir nesir türü olduğunu gösterir. “Realiteden uzaklaşmış Türk şiirine benliğini tekrar kazandırmak” için “şiir-şiirce” ayrımı kesinlikle gereklidir. Serbestin şiir diye yutturulmasının önemli bir zararı da Türk şiirinin muhteşem formlarının unutulmasına sebep olmasıdır. Halk edebiyatında, koşma, varsağı, destan vb formlarla şiir yazılmaz olmuştur. Keza, Divan edebiyatımızın, gazel, kaside, mesnevi, rubai vb nevileri unutulmuştur. Zararın neresinden dönülse kârdır, darbımeseli mucibince, bir an önce, serbeste şiir deme yanlışından dönülmelidir. Vezni olmayan her yazı nesirdir. Nitekim, Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünde, çok yerinde bir tespitle, ‘şiirce’ kelimesi, ‘şiir yönü ağır basan düz yazı’ şeklinde açıklanmaktadır. 
 
Şu noktayı da açıklığa kavuşturalım: 3. Yeni, serbest (vezinsiz-kafiyesiz şîrâne nesir) yazılmasına karşı değildir; bu vezinsiz metinlere 'şiir/serbest şiir' adı verilmesine karşıdır. Vurgulamaya çalıştığımız ince noktayı kavrayıp, serbestlerini, 'şâirane nesir/şiirce' adı altında yayınlayan zeki ve anlayışlı yazarlar, bir hakkı teslim etmiş ve bu alandaki kargaşanın ortadan kalkmasına katkıda bulunmuş olurlar. Kurallı cümlelerle yazılan 'şâirane nesir/şiirce' yazarları böylelikle, edebî nesrin gelişmesine katkıda bulunmakla büyük bir hizmeti ifa etmiş olurlar ki; edebiyatımızda 'şiir gibi' diyebileceğimiz sanatlı ve akıcı yüksek nesrin gelişmesine şiddetle ihtiyaç vardır.
 
Serbest yazanlar, nesir sahasında, 'süslü nesir, seci ve mensure'nin ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan bu büyük boşluğu doldurmalı, Türk nesrini sıradanlıktan kurtarmalıdırlar.
Buraya kadar, Üçüncü Yeni Manifesto’nun ana hatlarını açıkmış olduk. Şimdi de, 3. Yeni’nin 3 ana kuralının dayanak noktalarını, biraz daha genişleterek aydınlatmaya çalışalım:.
 
BİR ŞİİR VARDIR, BİR DE NESİR
Fatin Davut “Şiirin Sonu” (Hâtimetü’l-Eş’âr, İst. 1269/1853) diyeli 155 yıl olmuş. Muallim Nâcî’nin:
“Erbâb-ı teşâur çoğalıp şâir azaldı
Yok öyle değil, şâirin ancak adı kaldı.”  
beytinin üzerinden de bir buçuk asra yakın bir zaman geçmiş. Ama şiir hâlâ yaşıyor. Çünkü şiir insanlıkla yaşıttır ve insan var oldukça şiir de var olacaktır. Gayet tabii, şiir anlayışlarında zamanla değişiklikler olmuştur, olması da gerekir. Öncelikle şu tespiti yapmama izin veriniz: Bir şiir vardır bir de nesir. Yani bir sözün şiir olabilmesi için ilk şart “manzum” olmasıdır. Bence şiire en büyük kötülüğü mensur sözü de şiir sayanlar yapmışlardır.
Diğer birçok hastalık gibi “mensur şiir” hastalığı da bize Batı’dan bulaşır. Fransız şair Aloysius Bertrand’ın (1807-1841) “Gaspard de la Nuit” adlı eserini yayımlamasından sonra “mensur şiir” modasının etrafa yayıldığı malum... 
 
Recaizade Mahmut Ekrem’in (1847-1914): “...Her güzel şey şiirdir: Ormanlarda kuşların hazin hazin ötüşü, derelerde suların latîf latîf çağlayışı hatta dağlarda kavalların garip garip aksedişi şiir olduğu gibi” diyerek şiiri basite indirgemesi ve hızını alamayarak “Her mevzûn ve mukaffâ lakırdı şiir olmak lâzım gelmez, her şiir mevzûn ve mukaffâ bulunmak iktizâ etmediği gibi” (Takdîr-i Elhân, İst. 1302/1886, s. 9-10) tarzında fetvâ vermesinden sonra birçok Edebiyât-ı Cedîde (Servet-i Fünûn) taraftarı zevatın mensur şiire yöneldiğini görüyoruz. Bunlardan Halit Ziya (1865-1945) mensûrelerini 1891’de “Mensur Şiirler” adıyla yayımlayarak Türkçe’de bu türün isim babası olmuştur. 
 
Halit Ziya, söz konusu eserinin önsözünde: “Bu makaleleri tevlid eden fikirler şâirâne olduğu için anlara Mensur Şiir nâmını vermek istedim. Şiiri vezin ve kâfiyede arayanların edecekleri i’tirâz indimde bir i’tirâz-ı hîç-â-hîç kalır.” diyerek akıl hocası Recaizade Mahmut Ekrem’in yolunda ilerlediğini belirtme ihtiyacı duymuştur.
 
Şimdi Halit Ziya’nın Mensur Şiir adı verdiği makalelerinden -parça bütünün habercisidir muktezasınca- bir paragraf sunuyoruz:
“Şâir; semâlardan dökülen handelerle güler, sehâblardan, zulmetlerden saçılan giryelerle ağlar; çiçeklerden, çemenlerden çıkan râyihalarla mest olur; tabiatın letâfetlerine, zînetlerine karşı mebhût kalır bir mahlûk-ı ulvî, bir hiss-i mücessemdir.” 
 
Peki, bu metinde şiiriyet nerede? Herhangi bir düz yazıdan ne farkı var bu ifadelerin?
Yaptığım araştırmalarda mensur şiirle ilgili en dikkat çekici yorumu “Cehennem Meyvası” adlı mensûrelerin müellifi Kaya Bilgegil’in (1921-1987) yapmış olduğunu gördüm:
 
“Mensur şiir (poème en prose) vücûda getirilmesinin imkânını kabul edişimle hazırlanmaya başlanan bu kitap, en güzel şiirin mutlaka nazımla inşa edilebileceği kanaatine vardığım gün neşrolunuyor. Bu cümle, hiçbir zaman Shelley’in ” Hakîkî filozofi ifadenin manzum ve mensur olarak ayırt edilmesine cevaz vermez. Şâirin mûtad olan bazı şekiller altında hissiyâtını ifade etmesi şart değildir. Rûhundaki armoni sezildikten sonra, şeklin ehemmiyeti yoktur. “ fikrini reddettiğim zannını vermemelidir. Ancak, ruh armonisi, şeklî armoni içinde ifade edilmek imkânı bulursa, eserin çok üstün olacağı da muhakkaktır. An’anevî şekilde olmasa bile, her ruh hâlinin riyâzî bir beyan kisvesi bulması; şiir için şarttır.” (Cehennem Meyvası, İst. 1956, s. 39)
Mensur şiir konusunda en mutedil görüşün Kaya Bey’in bu söyledikleri olduğunu kaydettikten sonra sözü bağlayabiliriz.
 
Taş yerinde ağırdır, derler. Bence şiir de nesir de kendi yolunda ilerlemelidir. Şiirin bazı unsurlarından istifade edilerek vücuda getirilen mensur şiir türü, şiirin gelişmesine her hangi bir katkı sağlamamıştır. Aksine, serbest şiire kapı araladığı için şiir surunda bir gedik açılmasına sebep olmuştur... (Siir Bahisleri:1 Mensur şiir... Prof.Dr. Ahmet Sevgi*)(2).
 
 
POSTMODERNİST ETKİLER
Fransız düşünürü Jean François Lyotard, "Postmodern Durum / La Condition Postmoderne" isimli eserinde, küreselleşmenin millî kültürlere etkisini, "Günümüzde bir insan, Reggae (Jamaika müziği) dinler, bir kovboy filmi izler, öğle yemeğini McDonald's'dan, akşam yemeğini mahalli mutfağından yer. Tokyo'da bir Paris parfümü sürer ve Hong Kong'da mahallî kıyafetler giyer" sözleriyle açıklıyor ve "Bu durum, zevksizliğin sıfır derecesidir" tespitini yapıyor. 
Tarihçi-yazar Yılmaz Öztuna ise 1976'da liseler için yazdığı Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) yayını "Târih III" kitabında yer alan, "Gerçek Savaşın Kültür Savaşına Dönüşmesi" başlıklı yazısında, klasik yapıları alt üst eden hareketin, 1960'lardan sonra "Brejnev Doktrini" ile hızlandığını belirterek, şöyle diyor:
 
VEZİNSİZ LÂF YIĞINLARI
"Milletlerarası sol, bütün dünyada klasik değerleri gözden düşürmek için büyük çaba harcamış, bu uğurda milyarlarca dolarlık dış yatırımlar yapmış, işine yarar her mihrâka para dağıtmıştır. Klasik resim yerine dejenere resim, klasik musıkı yerine dejenere musiki, klasik şiir yerine vezinsiz kafiyesiz lâf yığınları ortaya çıkarmıştır. Kan, şiddet ve şehvet edebiyatını işlemiş ve teşvik etmiştir. Dinî ve ahlâkî değerleri küçük düşürmeye çalışmıştır. Millî kahramanları aşağılamak, millî tarihi küçümsemek ve tahrif ederek yeni nesillere öğretmek için bütün kalemşorlarını seferber etmiştir. 
 
Dönemin Rusya Devlet Başkanı Leonid Brejnev'in ortaya koyduğu doktrinle komünizm, milletlerarası yayılmasını ve cihan hâkimiyetini kültür savaşına dönüştürmüştür. Küba hâdisesinde (1962) Rusya'nın, Kennedy karşısında adımını geri almasından beri, komünist yayılmanın zorla ve silah gücüyle mümkün olamayacağı, çok büyük tehlikeler getireceği anlaşılmıştır. Bu iş kültür savaşı yoluyla yapılmaya başlanmıştır. Sanayileşmiş Batı ve ABD ise, o ülkeleri pazar hâline getirebilmek için, sanayileşmenin öncüsü liderleri devirmeye çalışmış, millî uyanışı da tehlikeli gördüğü için, kozmopolitliği teşvik etmiş, para işleriyle ilgili zümreleri tutmuştur.
 
 
DİLDE UYDURMA KELİMELER
Komünist kültür savaşı, musallat olduğu milletin millî kültürüne, tarihine, klasik değerlerine, musikisine, şiirine, büyük adamlarına, dinine, örf, âdet ve geleneklerine, sinsi bir savaş açmıştır. Dile saldırarak nesilleri birbirini anlamaz, dışarıdaki vatandaşlarla ayrı kelimeler kullanan, klasik eserleri okuyamaz, belirli sayıda uydurma kelimelerle geniş düşünce sahasına açılamaz hâle getirmek istemiştir. İşçiden çok gençlere musallat olan milletlerarası komünizm, bazı okulları ele geçirerek o devleti bir nesil sonra ele geçirebileceğini hesaplamıştır. 
Eğitimin millî değil kozmopolit olması için çok çalışmış, millî kültür yatırımı yapmaktan alıkoymak için bütün yaygaracılarını harekete geçirmiştir. Propaganda, okullara, kışlalara sızma, basın, yayın, kitap, tiyatro, sinema, karikatür, fısıltı, yalan, iftira, kültür savaşının vasıtalarından bazılarıdır. Bilhassa yazılı ve basılı malzemeye ağırlık verilmiştir. 
Demokrasiler, bünyeleri icabı daha çok savunma hâlinde kaldıkları halde, milletlerarası komünizm, devamlı taarruz hâlinde bu kültür savaşını yürütmüştür". Kelimenin tam ma'nâsıyla, "kültür karmaşası" demek olan "postmodern hayat" işte bu şekilde ortaya çıkmıştır. 
 
Öztuna’nın, çerçeveletip duvara asılacak kıymetteki bu yazısı, dikkatle okunursa; ‘dildeki uydurmacılık ve tasfiyeciliğin, düz yazıda devrik cümle ucûbesinin ve serbest şiir garâbetinin’, bir edebî zevk mahsûlü olmadığı, siyasi ve ideolojik sebeplerle ortaya çıkarıldığı gayet net olarak anlaşılır. 
 
“Üçüncü Yeni: Ölçülü şiir-kurallı nesir” şâir ve yazarları, işte bu siyasi ve ideolojik maksatlı kültür ve edebiyat yıkıcılığına dur demek; yörüngesinden çıkarılan dil ve edebiyatı yeniden rayına oturtmak gayesiyle harekete geçmiştir…(3).
 
SERBEST ŞİİR DİYE BİR ŞEY YOKTUR!
Nobel Edebiyat ödüllü ünlü İngiliz Şairi T.S. Eliot ve Murat Belge`den Üçüncü Yeni`nin, `Şiir ölçülü-kafiyelidir" tezine destek.
Eliot: Serbest şiir diye bir şey yoktur; bu kuruntu ortadan kalkmalı… 
Birinci ve İkinci Yeni edebiyat akımlarının başlattığı serbest nazma tepki olarak, şiirde ölçü ve kafiyeyi savunan Üçüncü Yeni edebiyat akımına, dünyaca ünlü, Nobel ödüllü İngiliz edebiyatçı T.S. Eliot`dan, güçlü bir destek var. Üçüncü Yeni, Eliot`ın, "Serbest şiir diye bir şey yoktur ve bu kuruntunun ortadan kalkma zamanı çoktan gelmiştir" cümlesinin de yer aldığı "Serbest Şiir Üzerine Düşünceler" başlıklı yazısını Türkçe`ye kazandıran, Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü başkanı Prof.Dr. Murat Belge`ye de, bu önemli desteğinden dolayı teşekkür ediyor. Nobel edebiyat ödüllü Thomas Stearns Eliot’ın, serbest şiir konusundaki düşünceleri şöyle: 
 
Serbest şiirin var olduğu kabul ediliyor. Serbest şiirin bir akım olduğu kabul ediliyor; belirli teorilerden meydana geldiği ve bir teorisyen grup ya da gruplarının, vezinlere saldırıları eğer başarıya ulaşırsa, şiiri devrimci ya da ahlâksız yapacakları kabul ediliyor. Serbest şiir diye bir şey yoktur ve bu kuruntunun ortadan kalkma zamanı çoktan gelmiştir. 
 
Bir sanat nazariyesi yerleştiği zaman genellikle göze görünen şey, milyonluk reklâmla üç paralık sanat kazanıldığıdır. Bu malları satan teori yanlış olabilir, karışık ve aydınlatma yeteneğinden yoksun olabilir ya da başlangıçtan beri hiç var olmayabilir. Millik bir devrim olmuş ve birkaç sanat eseri ortaya çıkarmıştır; oysa bu devrimci teoriler kuyruklarına yapışmasa sanat eserleri belki daha bile iyi olacaklardı.
Modern toplumda bu gibi devrimlerden kaçınılamaz. Bir sanatçı, belki hiç düşünmeden, çevresini saran ikinci sınıf adamlarınkinden özünde ayrı olması bakımından yeni diyebileceğimiz ve kendinden önce gelen büyük sanatçılardan özünden başka her şeyiyle değişik bir yöntem bulabilir. Yenilik ihmale uğrar; ihmal saldırıya yol açar; ve saldırıya bir teori gerektir. İdealist bir toplumda insan `iyi yeni`nin iyi `eski`den doğal bir şekilde, polemik ya da teori gerekmeden gelişeceğini düşünebilir; böylesi, canlı bir geleneğe sahip bir toplum olurdu. Miskin bir toplumda -ve gerçek toplumlar böyledir- gelenek her zaman batıl inanca dönüşür ve yeniliğin sert etkisine ihtiyaç duyulur. İnançlarıyla sınırlanabilen ve polemikleriyle daralabilen sanatçı ve akımı için böylesi kötüdür; ama sanatçı yaşlılığında, kavgaya girişmese hiçbir şeyin başarılamamış olacağını düşünerek, yanılgılarından dolayı kendini avutabilir. 
 
 
SERBEST ŞİİR, GERÇEK ŞİİR DEĞİL 
Serbest şiirin polemik gibi bir bahanesi bile yoktur; bir özgürlüğün savaş narasıdır bu, ama sanatta özgürlük olamaz. Ve iyi olan serbest şiir «serbest»ten başka her şey olduğuna göre, başka bir ad altında (şâirane-şiirce vb. gibi) savunulması daha yerindedir. Serbest şiirin belirli çeşitleri muhtevanın seçimi ya da içeriği ele alma yöntemiyle desteklenebilir.
Birçok serbest nazım yazarının böyle yenilikler getirdiğini ve materyallerini seçme ve ele alma yolunda yaptıkları yeniliklerin -kendi zihinlerinde değilse bile okurlarınınkinde- şekilde yenilikle karıştığını biliyorum. Ama burada amacım, materyalleri kullanmakla ilgili bir nazariye olan hayâlcilikten söz açmak değil. Sadece, hayâlin de içine katıldığı şiir şeklini ele almak istiyorum. Serbest şiir gerçek bir şiir şekli olsaydı olumlu bir tanımlaması yapılırdı.
Oysa ben bunu ancak olumsuz kelimelerle tanımlayabiliyorum: (l) kalıp yokluğu, (2) uyak yokluğu, (3) ölçü yokluğu.
 
ÖLÇÜSÜZ ŞİİR DÜŞÜNEMİYORUM
Bu niteliklerin üçüncüsü kolayca bir yana atılabilir. Hiçbir ölçüye uymayan bir mısranın ne biçim bir şey olabileceğini düşünemiyorum. Şiir sütunlarını bugünlerde genellikle serbest şiire ayıran popüler Amerikan dergilerinde çıkan şiir mısralarında bile ölçü bulunuyor. Herhangi bir mısrada hece sayıları ve vurgular bulunur. Basit ölçüler belli bir bileşimin tekrarlanmasından meydana gelir; meselâ, bir uzun bir kısa, ya da bir kısa bir uzun hece ikilililerinin beş kere tekrarlanması gibi. Gelgelelim, bir tek mısraın içinde herhangi bir tekrarlama yapılmasının hiçbir sebebi yoktur; değişik kalıplara (pes, tef`ile) bölünebilen mısralar niçin olmasın? Ölçünün açıklanması böyle bir mısraı nasıl anlaşılır duruma getirir? Başka mısralarda geçen öğeleri ayırmakla ve bunu yapmanın tek amacı başka yerde aynı etkiyi oluşturmaktır. Ama belirli etkilerin tekrarlanması kalıpla ilgili bir mesele. 
Ölçünün açıklanması bize pek az şey söylüyor. Değişmez bir ölçü tekniği herhalde bize çok şey kazandırmaz; meselâ, Swinburne`ün ölçüsündeki bilgi dolu karmaşıklıklar. Swinburne`ün trüklerini (gösterilerini) anlayıp, bilgisini değerlendirdikten sonra etkisine pek kapılmıyoruz. İngiliz kulağına yabancı gelen ölçünün beklenmedik niteliğine alıştıktan ve bunu öğrendikten sonra insan Swinburne`ün şiirinde bulunmayan şeyleri aramaktan vazgeçiyor; yani, başka söyleyişlerle, mısraları, hiçbir zaman oluşturululamayacak olan bir musikiye sahip; açıklanamaz. Swinburne, tekniğini kullanmakta iyice usta olmuştu ve bu da epeyi önemli bir şeydir, ama ustalığını ölçüyü zamanında istediği gibi kullanacak derecede ilerletmemişti, oysa hepsinden önemlisi budur. Swinburne`ün ölçülerinde İngiliz şiiri için umut verici bir şey varsa bile, bu, Swinburne`ün getirdiği noktanın çok daha ilerilerinde yatmaktadır. Ama dilimizde şimdiye kadar yazılan en ilginç şiir, ya çok basit bir nazım şeklini alıp ondan habire uzaklaşarak, ya da hiçbir şekli almayıp bunu habire basit bir nazım şekline yaklaştırarak yazılmıştır. Yerleşiklikle akış arasındaki bu karşıtlık, tekdüzelilikten bu göze görünmeyen kaçınma, şiirin canıdır.
 
HER ŞİİRİN ÖLÇÜSÜ OLMALI
On yedinci yüzyılın başında, özellikle, kimi bakımlardan Shakespeare`den daha kurnaz bir teknik ustası olan John Webster`in şiirinde, insan düzenlilikten bu sürekli kaçınmayı ve düzenliliğe bu sürekli yaklaşmayı görebiliyor. Webster, Shakespeare`den çok daha serbest bir şairdir, ve kusurunun ihmalden doğmadığı, en yüksek gerilim anlarında nazmının bu serbestliğe erişmesinden belli olur. Dikkatsiz olduğunu göz ardı etmiyorum ama dikkatsizlikten gelen düzensizlikle bilinçli düzensizliği ayırt etmek çok kolay. 
 
Dolayısıyla, şöyle bir formül yapabiliriz: en «serbest» şiirin bile arkasında bir ölçünün hortlağı dolaşmalıdır; biz uyuklamaya başlayınca ortaya çıkmalı, biz uyanınca kaçmalıdır. Ya da başka bir söyleyişle, serbestlik, ancak arka planda yapay bir sınırlılık varsa gerçek serbestlik olabilir. 
Modern şairlerin kafiyesiz şiir imkânlarını kullanmaktaki hizmetlerini küçümsemek istemiyorum. Bir akımıın gücünü, bir teorinin yararlılığını tanıtlıyorlar. Ne Blake’in ne de Arnold`un tek başlarına yapamayacakları şey, çağımızda yapılıyor, İngilizce’de kabul edilen tek kafiyesiz şiir «Açık Hece»dir. İngiliz kulağı bu namın musikisi karşısında daha hassas ve bu ölçüde aynı seslerin tekrarlanmasına daha az bağımlıdır (ya da öyleydi).
Kafiye kullanmaya karşı savaş açılmış değil.
Ama belki de kafiyenin üzerine fazlasıyla düşmek modern kulağı duygusuzlaştırmıştır.
Kafiyenin inkâr edilmesi bir kolaylık sağlamaz; tersine, dilin kullanışını güçleştirir.
Kafiyenin rahatlık veren yankısı ortadan kaldırılınca, kelime seçiminde, cümle kuruluşunda, düzendeki başarı ve başarısızlıklar daha kolay görünür. Kafiye kalkınca, şair düzyazı standardlarıyla karşı karşıya kalır.
Kafiye kalkınca, kelimeden, şimdiye kadar düzyazı alanında kimsenin haberi olmaksızın şakıyan göksel musiki yükselir. Ve kafiye yasaklanınca, nice uydurma şairlerin küçüklüğü besbelli oluverdi. 
 
 
KAFİYE ÖNEMİNİ YİTİRMEYECEK
Ve bu kafiyeden kurtulma aynı zamanda kafiyenin kurtuluşu da olabilir. Kötü şiire destek olmak gibi güç bir işten kurtulunca, en çok gerekli olduğu yerde daha etkili olarak kullanılabilir. Kafiyesiz bir şiirde özel bir etki için kafiyeyi; bir etki birikimini, ansızın bir ruh hali değişimini belirtmek için. 
Ama eski şekil kafiyeli şiir elbette yerini yitirmeyecektir.
Beyit şeklinin Dryden ve Pope`un sağladıkları keskinliğinden bir şey eksilmediğini anlamamız için, dehâların en enderi olan bir Taşlamacı`nın gelmesini bekliyoruz. Soneye gelince, ondan hiç emin değilim. Ama karışık şiir kalıplarının çürümesi serbest şiirin ilerlemesiyle orantılı değildir. Bu çok daha önceden başlamıştı. Ancak birçok insanın aynı problemlerle uğraştığı, benzer bir toplumda, Yunan korosunu, Elizabet çağı liriğini, Trubadur şarkısını söyleyen toplumlarda bu şiir şekilleri gelişerek etkili olurlar.
Serbest şiire gelince, bunun kalıp ya da kafiye yokluğuyla tanımlanamadığını, çünkü başka şiir çeşitlerinde de bunların bulunmadığını görüyoruz; ölçü yokluğuyla da tanımlanamıyor, çünkü en kötü şiirde bile ölçü vardır... (T.S. ELIOT -Türkçesi: Murat Belge)(4).
Çağdaş şiir hakkında söylenecek diğer bir konu da, şairlerin gruplaşmalarıdır. Çağımızda üç çeşit şiir kalıbı vardır.
Eski kalıplar, kırık vezinli kalıplar, kafiye ve vezin bulunmayan kalıplar.
Üçüncü gruba mensup olan şiirlerin şairane nesir sınıfına girmesi gerekmektedir.
Bu şiir kalıplarının her birinde şairane söz, anlatımı ve yorumu ifade eden şekiller görülebilir. Bunların yanında saçmalık ya da taklitten ibaret olan şiirler vardır. Bu kalıptaki şiirlerin içinde değerli ve değersiz mazmunlar bulunabilir. Yukarıda bahsedilen sebeplerden dolayı şiirde vezne bakılması gerekir. Çünkü vezinsiz bir şiir şairane nesirdir. (Prof.Dr. Mehmet Kanar)(5)
 
 
NEDEN ÜÇÜNCÜ YENİ?
En çok muhatap olduğumuz sorulardan biri, bu akımın yenilik neresinde ki, 3. Yeni olarak adlandırıyorsunuz? Buna cevabımız şudur: Türk edebiyatının yakın döneminde literatüre ve ders kitaplarına girmiş iki akım mevcut. Vezinsiz, kafiyesiz ve şekilsiz metinlerin şiir olduğunu iddia ederek, bin yıllık ihtişamlı, hâlis Türk şiirini gözden düşürmeyi hedefleyen, 
 
Orhan Veli Kanık, Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday, şiirden vezin ve kafiyeyi atarak, (Bu akımı,1930’larda, Mayakovski’den etkilenen Nazım Hikmet’in başlattığını kaydetmeliyiz) Birinci Yeni (tahripçi) akımını (1940) başlattılar. Ece Ayhan, Cemal Süreya, Edip Cansever, Sezai Karakoç, Turgut Uyar vb, birinci yeniye ilâve olarak, şiirden ma’nâyı ve imlâyı da atıp İkinci Yeni (yıkıcı) akımını (1950) kurdular. 
 
Her iki yıkıcı akıma da şiddetli bir tepki olarak doğan yeni bir akımın adı ancak 3. Yeni olabilirdi. Biz de bu iki yıkıcı ve tahripçi akıma tepki olarak, 1 Şubat 2006’da “Üçüncü Yeni: Ölçülü şiir-kurallı nesir” (asla dönüş) akımını başlattık… 
 
Bizim yeniliğimiz daha çok bir yenileyicilik (tecdid) olarak kabul edilmelidir ki, asıl yenilik de budur. Birinci ve İkinci Yeni akımlarının yaptıkları yenilik değil, yıkıcılıktır! Bir ve İkinci yeniciler, Türk şiirinin üstünden, Batı imalâtı silindirle, paletle, dozerle geçerek, Türk dil ve edebiyatının adeta pestilini çıkarmışlardır.
 
3. Yeni olarak; gerek şiir, gerekse nesirde, Birinci ve İkinci Yeni akımlarınca tahrip edilen hususları düzeltmek; yerinden oynattıkları temel taşlarını tekrar yerli yerine oturtmak için yola çıktık ve bunda önemli ölçüde başarı sağladık. Şiirde hece ve aruz ölçülerini tekrar ön plana çıkardık; serbest tarza yanlış olarak ve inatla şiir denmesini önledik.
Serbestçilerin hışmına uğrayıp şiirden soğuyan gerçek şâirleri cesaretlendirdik ve gururla “hececiyim” diyerek, bu alanda yeni eserler vermelerini, yayınlamalarını sağladık. Serbestin “şiirce” adıyla, farklı ve renkli, güzel bir nesir türü olarak, meşru zeminde ilerlemesinin yolunu açtık. Serbestte cümleler kurallı olursa –ki olmalıdır-, Türk nesrinin gelişmesine ve zevkle okunur hâle gelmesine hizmet eder. Şiir vâdisinde, isteyenin heceyle, isteyenin aruzla sanatını icra edebileceğini bilfiil ortaya koyarak, bu alanda uzun yıllardır süren çekişmeye son verdik.
Bütün bu yönleriyle, 3. Yeni, edebiyatımızda bir “restorasyon ve barış hareketi” olarak da nitelendirilebilir.
 
3.Yeni Akımı adını ironik bulanlar da oldu.
Onlara dedik ki; Birinci ve İkinci Yeni, vezinli kafiyeli muhteşem Türk şiirine ne kadar ironik yaklaştılarsa, 3. Yeni Akımı da, kendisinden önceki bu iki yıkıcı akıma aynı derecede, hatta daha fazla ironik yaklaşma hakkına sahiptir; çünkü, 3. Yeni, yıkıcı değil, yapıcıdır..
 
 
TÜRK DEVLETLER BİRLİĞİ(TDB)
3.Yeni’nin tespit ve teklifleri, şiir ve dille sınırlı değildir. Kültür, edebiyat ve sanat dışındaki faaliyet alanlarını da kısaca belirtmek gerekirse, satırbaşlarıyla şunlar söylenebilir:
Türk Devletler Birliği(TDB) kurulmalıdır. Bağımsız Türk devletleri, akla gelen her alanda iş birliğine giderek bir blok oluşturabilir.
Dinler Arası Diyalog saçma ve İslâmiyeti, Hristiyanlığın potasında eritmeye yöneliktir. Diyalog; insanları İslâma dâvet olmalıdır.
Medeniyetler Arası İttifak; terör, açlık, çölleşme, enerji ve su problemi gibi milletlerarası problemlere karşı iş birliği şeklinde olmalıdır. Kültürler ve medeniyetler kendilerine has özelliklerini korumalıdır.
Küreselleşme, ekonomi, teknoloji ve iletişim alanları ile sınırlı kalmalı, insanı tek tipleştirmeye yönelmemeli, millî yapılar korunmalıdır.
Serbest piyasa ekonomisi geliştirilmeli, Komünizmin tekrar canlanmasına kesinlikle izin verilmemelidir.
Sosyal devlet, bütün gerekleriyle uygulanmalı, toplumun geçim, işsizlik, sağlık ve eğitim problemleri çözülmeli; özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizdeki mahrumiyet ortadan kaldırılmalı, teröre mutlaka dur denilmelidir..
TRT’nin Kürtçe ve Ermenice yayına başlaması olumlu bir adımdır. Türkiye’nin komşu devletlerle ikili iş birliğini en üst seviyeye çıkarması mutlaka gereklidir.
Çevre korunmalı ve buna bağlı olarak, hidrojen enerjisine geçilmeli, ülkemizde nükleer santraller daha fazla gecikmeden kurulmalıdır. ABD’de 105, Fransa’da 58 nükleer enerji santrali mevcuttur. Gelecek nükleerde ve hidrojen enerjisindedir.
Türkiye, toprak bütünlüğünü korumak, teknolojide ilerlemek ve ekonomisini güçlendirmek için ABD ve NATO ile müttefikliği sıkı bir şekilde sürdürmeli, AB’ye girmelidir. 
Türkiye’nin bütün bu alanlardaki başarısı, 3.Yeni’nin, dil ve edebiyat alanlarındaki tekliflerinin hayata geçirilmesi ile sıkı sıkıya bağlıdır. Millet, kendine has dili, şiiri ve edebiyatı olan topluluktur. 21. asır, Türk asrı olacak, Türkiye, bölgesinde lider ülke konumuna yükselecek, aynı zamanda dünya kültür ve siyasetinde etkili bir rol üstlenecektir.  
 
KAYNAKLAR:
(1) Türkçede Söz Dizimi, s.79, Akçağ-1995 Ankara
(2)*Prof.Dr.Ahmet Sevgi, SÜ Edebiyat Fakültesinden, "Metin Şerhi" hocamdır (Sefa Koyuncu).
http://ucuncuyeni.forumotion.net/r-nedr-f4/r-veznl-soze-denr-t109.htm#141
(3)http://www.habernews.com/yazar.asp?yaziid=810&yazarid=64
(4)http://www.tumgazeteler.com/?a=2676605 
(5) http://ucuncuyeni.blogcu.com/serbest-siir-degil-sairane-nesir_19178551.html
3.YENİ MANİFESTO
http://groups.google.com.tr/group/ucuncu-yeni-manifesto.
 
Sefa Koyuncu mavizaman@gmail.com 
İstanbul-10 Nisan 2009 Cuma
ÜÇÜNCÜ YENİ MANİFESTO
KAYNAK:  http://mavizaman.com/content/view/126/72/
ÜÇÜNCÜ YENİ MANİFESTO
http://ucuncuyeni.forumotion.net/3yen-edebyat-akimi-manfestosu-f46/3yen-manfesto-sefa-koyuncu-t260.htm