DÜNYADA İLK TELGRAFI ABDÜLMECİD ÇEKTİ

DÜNYADA İLK TELGRAFI ABDÜLMECİD ÇEKTİ

 

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci “Ama Hangi Osmanlı?” kitabında tarihe ışık tuttu:

İlk telgraf hattı İstanbul-Köstence arasına kuruldu. İlk telgrafı Abdülmecid Han,

Avrupa Yakası'ndan Anadolu Yakası'na, 1. Ordu'daki askerlerin hatırını sormak için çekmiştir.

 

Röportaj: Sefa Koyuncu

 

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci ile TİMAŞ  Yayınları'ndan çıkan "Ama Hangi Osmanlı?"

kitabı üzerine konuştuk.  Ekrem Buğra Ekinci, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

öğretim üyeliğinin yanı sıra, Osmanlı hukukuna dair araştırmaları, Türkiye gazetesindeki 

köşe yazıları, radyo ve TV'lerdeki kültür programları ile tanınıyor.

 

Prof. Ekinci, çarpıcı tarihî gerçekleri açıkladı.

"Siz Osmanlı'yı Nasıl Bilirsiniz? Üst başlığıyla yayınlanan "Ama Hangi Osmanlı?"

kitabının yazarı Ekrem Buğra Ekinci'ye yönelttiğimiz sorular ve aldığımız cevaplar şöyle:

 

Sefa Koyuncu: Hocam, kaç tane Osmanlı var? "Ama Hangi Osmanlı? Diyorsunuz.

Kaç tane Osmanlı var ki kitaba böyle bir isim verdiniz?

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci:  Kitap neşredildiği zaman , kitabın kapağı, dizaynı ve ismiyle alakalı

tercihler umumiyetle kitabevinin tercihleridir. Bunu da haklı karşılamak lazım. Çünkü kitabın tanıtılması

ve alaka çekmesi icab eder.  Ben yazılarımı yayınevine verdikten sonra, editör arkadaşlar yazıyı okuduktan

sonra "Hocam, bu kitabın ismi Ama Hangi Osmanlı?" olmalı dediler.  Ben de bu ismi tasvip ettim.

Ben hiçbir kitaba isim koymadım. Kitaplar basılırken, yayıneviyle yapılan istişareler neticesinde ismi tespit ediyoruz. 

Burda da aynı  şekilde oldu. Editör arkadaş, kitaba yakışacak ismin "Ama Hangi Osmanlı?" olduğunu söyledi.

Ön sözünde de ifade ettim, "Ama Hangi Osmanlı"dan tabii anlaşılan normalde insanlar "Canım Hangi Osmanlı'sı var mı,

bir tane Osmanlı var" diyecekler. Ama gerçek öyle değil. Tarih ilminin yapısı, tabiatı gereği tarihçiler farklı ideolojilerde

olabiliyor. Tarihî gerçekler bir tane, tarihî vesikalar tek bir yolu gösterdiği hâlde bazen tarihçiler çok farklı şekilde

hadiseleri tasvir edebiliyor . Şimdiye kadar yapılmış olan tasvirler bazen eksik, bazan hatalı, bazan kasıtlı olarak

fahiş yanlışlıklarla doluydu. Bu bizi üzüyordu. Yani gerçek neyse ortaya konsun. Yorumunu tescilini  insanlar yapsın,

diyorduk. Onun için  burada  biz hadisenin farklı bir boyutunu , yani şimdiye kadar çok fazla üzerinde durulmayan,

gösterilmeyen veya eksik verilen boyutunu, Osmanlının görünmeyen yüzünü ortaya koymak istedik.

 

 

-Ön sözünde Sultan Mecid Han, dünyada telgrafı ilk kullanan kişi diyorsunuz. Bu konuyu biraz açar mısınız?

-Telgraf bulunduğu zaman Avrupa'da pek ciddiye alınmadı. Buluşlar şimdi zannedilenin aksine  çıktığı zaman

çok fazla ciddiye alınmaz, buluş yapan kişiye biraz kaçık gözüyle bakılırdı. Fakat Osmanlılarda böyle değildir.

Pek çok yeni  buluş Osmanlılarda ilk olarak tatbik edilmiştir. Bu da pek fazla bilinmez. Osmanlıların ilim ve fende

geri kaldığı Avrupa'daki  kültürü, oradaki fenni buluşları takip etmediği  söylenir. Gerçek böyle değildir. 

Buna bir misal olarak Sultan Mecid'in hadisesini örnek verdim. Telgraf bulunduğu zaman bunu işiten Abdülmecid Han,

telgrafı bulan kişiyi Türkiye'ye çağırıyor, Osmanlı ülkesine çağırıyor ve derhal telgraf hattı kurmasını istiyor.

Telgraf hattı Türkiye'de kuruluyor. İlk telgraf hattı İstanbul-Köstence arasına kurduruyor. Dünyada ilk telgraf hattı

İstanbul-Köstence arasına kurulmuştur.  Şimdi  Romanya'da olan Köstence, o zaman bizim sınırlarımız içindeydi.

İlk telgrafı Sultan Mecid,  İstanbul'un Avrupa Yakası'ndan Anadolu Yakası'na, oradaki Birinci Ordu'daki askerlerin

hatırını sormak üzere çekmiştir. Bu da dünyada ilk telgrafı çeken kişinin Abdülmecid Han olduğunu gösteriyor.

Bu da benim için mesela  "Ama Hangi Osmanlı?"nın unsurlarından biridir. Bilinmeyen Osmanlı'nın.

 

 

-Hocam yine ön sözde, İkinci Abdülhamid Han'ın, o dönemde kuduz aşısını ilk defa bulan Pastör'e

Osmanlı nişanı verdiğini yazıyorsunuz. Bu konuyu da biraz açabilir misiniz?

-O da aynı şekilde Avrupa'da bulunduğu zaman Avrupa'da çok fazla ses getirmiyor. Sultan Abdülhamid,

Avrupa'daki diplomatik istihbarat kaynaklarıyla bunu öğreniyor ve derhal bu aşının yayınlandığı makalenin

Osmanlıcaya, Türkçeye tercüme edilmesini istiyor. Türkiye'ye geliyor, Türkiye'de tatbike başlanıyor ve bunu

bulan Pastör'e nişan gönderiliyor ve mükafat gönderiliyor. Bu da  Sultan Hamid'in böyle bir buluştan çok erken

haberdar olması, Avrupa daha  bunun ne olduğunu anlamadan hemen Türkçeye tercüme ettirmesi, Türkiye'de

tatbik ettirmesi ve de işin daha enteresan boyutu; umumiyetle bir başarıya imza atanlar çok fazla mükafatlandırılmaz,

takdir edilmez;  bunu bulan kimseyi takdir etmesi,  Osmanlı'ın ilme ve  tekniğe,  fenne verdiği  ehemmiyeti gösteriyor.

Çok ince bir nezaketin, düşünceli bir davranışın örneği olması bakımından dikkat çekici…

 

 

-Son dönemde ABD, Avrupa ve Japonya'da hatta dünyanın her yerinde Osmanlı'ya karşı

bir alaka olduğu gözleniyor. Bunun sebebi sizce nedir?

-Ben arşivlerde, kütüphanelerde yur dışında ve yurt içinde araştırmacılarla irtibat kurmayı seviyorum.

Bakıyorum bunların pek çoğu Amerika'dan, İsrail'den, Japonya'dan hatta Arap ülkelerinden araştırmacılar.

İnanın, Osmanlı hukukuyla, Osmanlı kültürü ve tarihiyle alakadar olanlar Türkler değil, yabancılar. Bu beni de

çok şaşırtmıştı ilk başta, sonra şunu anladım: Osmanlı dünyada bir barış kurmuş, buna Pax Ottomana diyorlar.

Bu barıştan kastım şu: Osmanlı ülkesi tarihteki hiçbir imparatorluğa benzemiyor. Burada yetmiş iki buçuk

millet yaşıyor. Farklı dinler var. Avusturya-Macaristan'da farklı dinden insanlar yoktu. Ama Osmanlı ülkesinde

Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler var. Hristiyanların çeşit çeşit mezhebi vardır. Birbirinden farklı diline göre.

Bunlar bir arada yaşamışlar, aynı çarşıdan alışveriş etmişler, komşuluk yapmışlar, aynı mahkemede bulunmuşlar,

aynı okulda tedrisat görmüşler ve kimsenin fazla burnu kanamamış, fazla sıkıntı çekilmemiş.  Burada Osmanlı

bir başarı hikâyesi yazmış. Bunu nasıl becermiş, altı yüz sene bu kolay bir şey değil bu. Bunun çok sebepleri var.

İnsanlar bunu merak ediyorlar. Çünkü Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Birisi bir hususta muvaffak olmuşsa

onun muvaffakiyetinin sırlarını öğrenerek ve siz hayatınıza tatbik ederek aynı şekilde muvaffak olabilirsiniz,

şartlarınız aynıysa. Amerikalısı, İsraillisi, Japoyalısı bakıyor, Osmanlı'yı  Osmanlı yapan,  altı yüz sene ayakta tutan

sebepleri araştırıyor, bunları kendine tatbik ediyor; mota mot değil; bünyeler farklı, zaman farklı ve bu şekilde muvaffak oluyor.

 

Amerika bugün dünyanın süper gücüdür, süper güç olmasının arkasında Osmanlı prensipleri yatıyor. Amerika'da ırk ve

din ayrımı yapılmaz, herkese eşit muamele yapılır ve orada bulunan herkesin zekasindan, kabiliyetinden istifade edilir. 

NASA'ya gidin, hastanelere gidin Hintlisinden Afrikalısına, kadar, Rusundan Güney Amerikalısına kadar her çeşit insan

ırkından ve dininden dolayı fazla dikkat çekmeden, ayıplanmadan, kınanmadan yaşıyor ve muvaffak oluyor.

İrail'e gidiyorsunuz -tasvip ettiğimizi etmediğimiz icapları ayrı mesele ama neticede  güçlü ve başarılı bir ülke-

mesela Müslümanların kendi mahkemesi var, Hristiyanların kendi mahkemesi var, Yahudilerin kendi mahkemesi var.

Yine mesela İsrail, dini mevzularda çalışanları askere almıyor. Bugün gördüğümüz, hayatımızın esasını teşkil eden dinle

meşgul olanları askere alınırsa kesiklik olur biz zarar görürüz, diyor. Osmanlı'da da medrese talebeleri askere alınmazdı.

İşte Arap ülkeleri bugün darmadağın, perişan. Bunun niçin böyle olduğunu merak ediyorlar; Osmanlı prensiplerinden,

Osmanlı barışından ayrılmanın bu neticeyi doğurduğunu anlamışlar, Osmanlı'yı araştırıyorlar. Ama ilk araştıran İngilizler olmuştur. 

16. Asırda,  zamanın kralı bir heyet gönderiyor, "Siz dünyanın süper gücüsünüz, bunu nasıl becerdiniz, bir rapor hazırlayın da

ben ona göre amel edeyim" diyor. Kral, Osmanlı maliyesine, adliyesine her şeyine kendi adamlarını gönderiyor, kendi ülkesine

tatbik ediyor.  Sonra ne oldu? İngiltere yüz yıl içerisinde güçlü, iki yüz yıl sonra dü dünyanın en güçlü ülkesi oldu.

 

 

-Gençlere ne tavsiye edersiniz? Bu kitabı niçin okusunlar?

-Tarih sıkıcı bir disiplin, bunu ortaokul ve lise okuyan  herkes bilir. Tarihler, şahıslar, isimler, biteviye tekrar edilen hadiseler

insanları tarihten soğuttu, bu bir. İkincisi ideolojik yaklaşımlar veya isteksiz anlatımlar insanları soğuttu. Halbuki tarihi bilmeyen

insan bugünü anlayamaz, geleceğini inşa edemez. Geleceği inşa etmek, yani istikbalde ne yapacağına karar vermek tarih

bilmekle olur. Tarihi bilmeyen insan muvaffak olamaz, mutlu olamaz, başarılı olamaz. Onun için tarihi bilmek lazım. Tarih de sıkıcı.

O zaman tarihi insanların çekici bulduğu bir şekilde, seveceği bir şekilde anlatmak lazım. Ben bu kitapta fazla teknik bilgi vermeden,

dipnota kaçmadan, ihtilaflar üzerinde durmadan, basit bir üslupla, sade bir dille, gençlere, tarihe meraklı olanlara, meraklısına

hitap etmeye çalıştım. Kitabın hususiyeti buradan geliyor.  Yani bu bir klasik, ciddi ağır, akademik tarih kitabı değil, popüler

bir tarih kitabıdır. Ama bunu yaparken de objektif davranmaya, tahrif etmemeye, eşe sulandırmamaya da dikkat ettim.

 

-Hocam, vakit ayırdığınız ve bizi aydınlattığınız için teşekkür ederim.

-Ben teşekkür ederim.

 

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/kultursanat/37260.aspx

 

Dosyalar