İŞGÜZAR İŞ BAŞINDA
FEZÂDA MAHSUR KALAN ASTRONOTU YERYÜZÜNE İNDİRMENİN EN KESTİRME YOLU
Dimyat’a pirince (Fezâya fethe) giderken, eldeki bulgurdan (SSCB’den) olan Rus Kozmonotu Sergey Krikolev, fezadaki kâbus dolu günlerini ikmal edip, olmayan vatanına (Dağılan SSCB’ne) avdet etmeden önce, Gönüllü Riyakarlar ve İşgüzarlar Projesi (GRİP) merkezinde hareketli tartışmalara konu oldu:
- Fezada mahsur kalan bir astronotu yeryüzüne indirmenin en kestirme yolu nedir?
Toplantı gündeminin tek maddesini okuyan Başişgüzar sözlerini şöyle sürdürdü:
- Gerçi şu sırada bahis mevzuu Rus kozmonotu yeryüzüne inmiş bulunuyor. Ancak,
insanoğlunun rahat durmadığı için rahatsız olan başına, bu tür vak’aların ileride de gelebileceğini düşünerek, böyle hallerde uygulanabilecek pratik bir formül geiştirmek üzere toplanmış bulunuyoruz.
Başişgüzar’ın konuşmasını esneyerek dinler gibi yapan iki idare heyeti azası (Kalınkafa İcracı ve Dalgacı Kâtip), ninni gibi gelen konuşmanın bitip de ortalığı bir sessizliğin kaplaması ile gözlerini açtılar.
Başişgüzar Yardımcısı İcracı, biraz gecikmeli olsa ellerini çırparak tezahürat yaptı:
- Muhteşem bir konuşma idi, tebrikler Baştâcım!
Başişgüzar, yardımcısına sırıtkan bakışlarla, başını sallayarak teşekkür ettikten sonra, Dalgacı Katip’e döndü:
- Konu ile ilgili raporu tamamladı iseniz lütfen okuyun. Sizi dinliyoruz.
Kâtip, kendisine çeki düzen verip, ses akordu yapmak maksadıyla birkaç kere öksürdükten sonra:
- Elbette hazır efendim. Okuyorum.
Dalgacı Kâtip, matbuattan derlediği gizli belgeleri okumaya başladı:
- Grip’e farkında olmadan verdiği yüksek hizmetlerden dolayı şeref üyeliğine seçtiğimiz Bay Morti’nin fezada mahsur kalan astronotu en kestirme yoldan yeryüzüne indirme metodu kendi ifadesi ile şöyledir:
“Bahismevzuu astronotun bulunduğu peykin Marmaris üzerinden geçmesini bekler. Marmaris semâlarında görüldüğü an bahçeden bir taş alıp atarım. O vakit peyk, içindeki kozmonotla birlikte yere iner, bu kâbus da sona erer.”
Başişgüzar, formül tekliflerini dikkatle dinliyordu:
- Devam et! Başka ne gibi metodlar var?
Dalgacı Kâtip, kendine yeniden çekidüzen vererek büyük bir ciddiyet içerisinde okumaya devam etti.
- Maratonyan adındaki şeref üyemize, uzayda mahsur kalan bir astronotun en kısa süre içerisinde ve en pratik yolla nasıl kurtarılabileceğini sordum. Önce, “Böyle mühim meseleleri doğrudan olayın failleri ile tartışmalıyız. Söyleyin eve gelsinler konuşalım” dedi. Fezada mahsur kalan bir astronot için imkansız olduğunu hatırlatınca, “Öyleyse en iyi çözüm APS ile paraşüt göndermektir” diyerek kestirip attı..
Başişgüzar, Kâtibin okuduğu parlak fikirleri dinledikçe neş’esinin arttığını fark etti:
- Anlat, anlat! Çok heyecanlı!
Bu sırada şekerleme yapmakla meşgul olan İşgüzar yardımcısının başı göğsüne doğru yavaş yavaş inliyordu. Başgüzar’ın son cümlesini tekrar etti:
- Çok heyecanlı!
Başişgüzar ve Kâtip, Yardımcı İşgüzar’ın yüzüne baktılar. O ise yeniden şekerlemeye dalmıştı.
Kâtip, kendine çekidüzen verdi; yeniden okumaya başladı:
- Azılıer adındaki bilim adamı ise, böyle bir olay karşısında bütün insanların el ele, gönül gönüle ve omuz omuza vererek, bütün imkânların seferber edilmesi gerektiğini söyledi. Teklifinin ne olduğunu daha açık ifade etmesini istediğimde, “Geceleyin büyükçe bir ateş yakılarak astronotlara moral verilmelidir. Gündüzleri de bütün insanların birbirlerinin omuzlarına basmak suretiyle meydana getirebileceği devasa bir kule yaparak, astronotlara ulaşmaya çalışılmalıdır” dedi. Bu sırada astronotlarla yer değiştirmek için kime ve nereye müracaat edimesi gerektiğini soranlar, yiyecek ve giyecek yardımlarının astronotlara kendileri tarafından ulaştırılabileceğini sananlar da var…
- Durun! Buldum! Buldum!
Bu, birdenbire fırlayıp ayağa kalkan İşgüzar yardımcısı İcracı’nın tiz sesiydi.
Yardımcısının bu harekeine “kendisini uyuklarken sarstığı için bozulan Başişgüzar:
- Ne buldun?
Yardımcı İcracı’nın heyecandan ağzı kulaklarına varıyordu:
- Kozmonotlara ip atalım!
Başişgüzar, yardımcısının ne demek istediğini anlayamamıştı:
- Bir bu eksikti; uzayda ip mi atlayacaklar?
- Hayır Baştâcım, hayır; onları iple aşağıya çekeceğiz.
- Onlar dediğin kim? Artık uzayda kozmonot filan kalmadı; dünyaya döndüler.
- Rus kozmonotlar dönmüş olabilir efendi. Bizim tartışmamız ileriye dönük değil mi? Ya aynı şeyler ABD astronotlarının da başına gelire?
Başişgüzar, yardımcısının bu kadar mantıklı konuşmasını hayretle karşıladı:
- Haklısın, ileriye dönük konuuyoruz. Şu uzaya ip atma projeni anlat da dinleyelim:
- Ucuna taş bağladığımız uzunca bir ipi uzay istasyonundan fırlattık mı gerisi artık kolay! İpi sıkıca bellerine bağlarlar, biz de onları aşağıya çekeriz.
Başişgüzar’ın bu işe aklı yatmıştı, fakat sormadan edemedi:
- Pek iyi de, bu kadar uzun ipi nereden bulacağız?
- Komşu ülkelerin yardımıyla böyle bir ip temin edebiliriz. Hem bu metod daha önce de denenmiştir.
Başişgüzar (Bak hele sen!) der gibi bir ifadeyle:
- Denenmiş mi? Nerede?
- Çatıda!
- Hangi çatıda?
- Anlaşılan mufassal izâhâta ihtiyaç var, müsaadenizle anlatayım; Bir binanın önünde cem olmuş kalabalık gördüm. Hepsi de gözlerini ve ağızlarını açmış bir halde havaya bakıyorlardı. “Gittiğin yerdekiler kör ise sende gözünü yum da geç” kabilinden ben de gözlerimi ve ağzımı açıp, onlar gibi yaparak havaya baktım. Ne göreyim; çatının tepesinde bir adam, bina da alev alev yanıyor. Çatının tepesindeki adamın ise “İmdâaat! Kurtarın beni!” diye bağırdığı, sesi duyulmasa da el kol hareketlerinden anlaşılıyordu. Oraya toplananlar ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Tıpkı uzayda mahsur kalan kozmonot karşısında dünya topluluğunun şaşırdığı gibi. Hemen kafayı çalıştırdım; “Bana uzunca bir urgan bulun!” dedim. Buldular. Biraz zor olmakla birlikte, urganın ucunu yanan inanın tepesinde mahsur kalan adama ulaştırmayı başardım. “İpi beline bağlı!” dedim. Bağladı. Artık gerisi kolaydı. İpi asılarak adamı kolaylıkla yeryüzüne indirdim.
Başişgüzar’ın heyecandan kalbi duracak gibi olmuş, beynine hücum eden kan zirveyi zorlamaya başlamıştı. Bu şahane ve denenmiş formülü ayakta alkışlamalıydı:
- Bravo kalın kafa! Bu ne müthiş zekâ, ne süper bir teknik! Peki ya kurtardığın o adam şimdi nerede, adresi nasıl?
- Öldü efendim!
- Öldü mü? Nasıl!
- Çatıdan yere iner inmez öldü.
Başişgüzar bu cevap karşısında yığılıp kalırken yardımcısını da biraz paraladı:
- Desene, adam yangından kalkarken cellada tutuldu. Adamı iple çekip “pat” diye yere düşüp öldürdün. Bu metodu fezada mahsur kalan astronotlara uygularsak, onlar da aynı şekilde yere çakılıp ölmezler mi?
İşgüzar Yardımcısı kafasının tam orta yerindeki tüysüz kesimi kaşıyarak ağır ağır konuştu.
- Bir kazadır oldu efendi. Hep karıştırıyorum. Daha önce de iple asılarak bir adamı kurtarmıştım. Ancak çatıdan mı çıkarmıştım, kuyudan mı tam olarak kestiremiyorum.
Bir süredir söze karışmayan Dalgacı Kâtibin sabrı iyice kaçmış olacak ki, Kalınkafa icracının yakasına sarıldı:
- Bu senin anlattığın düpedüz fıkra be! Bir de formül diye iki saattir anlatıp duruyorsun!
İcracı, Kâtibin ellerini yakasından çektirdi:
- İster fıkra de, ister masal! Böyle bir hadiseyi yaşamış olmam, yaşamamış olmamdan daha iyi değildir. Hem senin fıkra dediğin de bir tür fikirdir.
Başişgüzar, yardımcısının hatipliğine hayrandı. Kaygan zeminde yalpalayan otomobil misâli zikzak çizen bu sözleri de alkışlamalıydı:
- Bravo! Çok mükemmel bir konuşmaydı.
Sonra Kâtibe dönerek gerekli talimatı verdi:
- 2000’li yıllara ışık tutacak çapda mühim olan tartışmamızın bugünkü bölümü tamamlanmıştır. Rutubetsiz bir yerde muhafaza kaydı ile, dosyayı kaldırabilirsin.
SEFA KOYUNCU I
ETİKETLER:
koyuncu
sefa
sanat
kültür
şiir
şair
edebiyat
yorum
sohbet
türk dili
Türk Dili ve Edebiyatı
dil bilimi
Türkiye Gazetesi
Üçüncü Yeni Nesil Akımı
türkiye
gazetesindeki
seydişehir
postası
yazısı
sefa koyuncu
tarihli
kütüphane
Türk Edebiyatı
nükte
Güncel
yazı
rubâi
gazetesi
başyazısı
muhâfazakar sanat
İğnelik
büyük
türki
türkçe
muhafazakar
üçüncü yeni
ğneli
üçüncü yeni akımı
filolog
gelecek
teknoloji
irak
Muhafazakâr san’at
Sözün Özü
özlü söz
nükteli söz