HİKAYE I KÜÇÜK BEY - ZEYNEP ÖĞRETMEN

HİKAYE I KÜÇÜK BEY - ZEYNEP ÖĞRETMEN

 

-   Babacığım, yeni komşumuz Nâdir Usta’yla tanıştın mı?

-   Hayır evlâdım, taşındıklarını duydum fakat henüz tanışmadım.

-    Çok iyi bir amca, bugün benim bisikletimi tamir etti, hiç para almadı. O’nun bisiklet tamirhâhesini biliyor musun?

-   Sâyende öğreniriz Arif, bir gün birlikte gider tanışırız. Evlerine “hoşgeldine” gideriz, anlaştık mı?

                Anlaşılan Arif’in istediği de zâten buydu:

-  Anlaştık babacığım. Sen babaların bir tânesisin.

Bu sırada Zühâl hanım, Remzi efendi için yaptığı kahveyi getirdi:

-  Hayrola, baba oğul yine neler konuşuyorsunuz?

Annesinin sorusunu Arif cevapladı:

-   Babama, yeni komşumuz Nâdir usta’yı anlatıyordum anne. Hanımı da öğretmenmiş sen tanıştın mı?

-  Evet, dün “hoşgeldine” gittim. Bir ihtiyâcı olup olmadığını sordum. Yeni ev taşıyan insanın eksiği olabilir diye düşündüm. Bir de Cüneyd’leri var henüz iki yaşında çok sevimli bir bebek.

Küçük Bey, annesinin anlattıklarına çok sevinmişti:

-  Yaşasın! Mahallemize bir  bisiklet tamircisi, bir öğretmen bir de küçük Cüneyd geldi.

Anneciğim, çok merâk ettim; izin verirsen gidip küçük Cüneyd’i görmek istiyorum.

- Pekâla, fakat gecikme. Akşam yemeğinde evde ol.

Küçük bey, annesinin ve babasının elini öptükten sonra koşarak merdivenleri indi. Yeni komşuların taşındığı ev, yolun hemen karşı tarafındaydı. Zili çaldığında kapıyı Zeynep öğretmen açtı.

- Buyurun bir şey mi istediniz?

-          Ben karşı komşumun Zühâl hanım’ın oğluyum. Annem dün size gelmiş. Sizin küçük

Cüneyd’i anlattı bana; onu görmeye hem de sizinle tanışmaya geldim.

-          Sen Küçük bey, olmalısın. Annen senden bahsetmişti. Buyur gel içeri. Arif içeriye girerken Zeynep öğretmen’in bir ayağının aksadığını farketti:

-     Benim asıl adım Arif, çevremde ise Küçük bey, derler. Bu adı dedem verdi bana. Sâhi, geçmiş olsun, yürürken aksıyorsunuz da! Ayağınıza bir şey mi oldu?

Zeynep öğretmen, sık sık karşılaştığı bu soruya cevap verirken ilk zamanlar sıkılıyor, mahcup oluyordu; fakat zamanla alışmıştı:

-  Hayır Arif, ayağıma bir şey olmadı. Özürlü doğmuşum. Sağ ayağında biraz kısalık var. Arif, sorduğuna pişman olmuştu.

Ne diyeceğini bilemedi. Yan taraftaki odadan gelen incecik bir ağlama sesi, Küçük bey’i içinde bulunduğu zor durumdan kurtardı. Zeynep öğretmen, ayağa kalkarak sesin geldiği odaya koştu:

-  Cüneyd uyandı!

Birkaç dakika sonra kucağında sevimli bir bebekle dönen Zeynep öğretmen:

- Bak bu abin seni görmeye gelmiş ya! Al bakalım abisi, al bu yaramazı!

Küçük bey, daha bebeği kucağına alırken ona canı kaynamıştı:

-  Aman Allah’ım. Ne kadar da şirin, ne kadar da güzel bir bebek bu. Bugün  babasıyla da tanıştım bu cici bebeğin.

                Küçük bey, Nâdir usta ile tanıştığını Zeynep öğretmen’e söylemediğini hatırladı:

-  Bugün beyinizle de tanıştım; bisikletimi tamir etti. Komşu olduğumuzu  öğrenince de para almadı.

                Nâdir Usta’dan söz ederken, Zeynep öğretmen’in yüzündeki tebessümün uçtuğu, Küçük bey’in gözünden kaçmamıştı:

-  Ne o, dargın mısınız yoksa?

Zeynep öğretmen’in tedirgin olduğu her halinden belli oluyordu. Zorâki bir gülümseme ile:

-  Hayır, hayır hiçbir şey yok!

Küçük bey, akşamın yaklaştığını görünce annesinin tenbihini hatırlayarak, gitmek için izin istedi. Cüneyd’i tekrar sevip okşayarak annesine verdi. Ayrılırken, Zeynep öğretmen:

- Güle güle Küçük bey, her zaman bekleriz.

Arif eve geldiğinde, annesi yemek hazırlamakla meşguldü.

                       Arif’in gelmesiyle, hemen sofra da hazırlanmıştı. Yemekte onlara Cüneyd’i anlattı. Sonra, Zeynep hemşire’nin, kocası Nâdir Usta’dan söz açılınca tedirgin olduğunu söyledi, Zühal hanım’a:

-  Anne, Zeynep abla’nın bir ayağının kısa olduğunu biliyor muydun?

- Yürürken aksadığını farkettim ama, ayıp olur diye bir şey sormadım.

- Ben sordum. Doğuştan öyleymiş. Tabiî ben de bilmeyerek sordum.

- Üzüldü mü?

- Hayır üzülmedi. Fakat Nâdir Usta’dan söz açınca yüzünün rengi birden değişiyor. Sanki bir şeyler söyleyecek oluyor, söylemiyor.

                       Remzi bey, olanları dinliyor, fakat hiç sesini çıkarmıyordu. Zeynep öğretmen, Cüneyd ve Nâdir usta ile ilgili konuşmalar yemekten sonra da bir süre devam etti. Bu konuşmalardan tedirgin olan Remzi bey;

-  Haydi herkes yatsın. Sabah ola hayır ola.

Küçük bey, o gece doğru dürüst uyuyamamıştı. Cüneyd’in bakışları göz önüne geliyor, Zeynep Öğretmen’deki tedirginliğe bir mânâ vermeye çalışıyordu. Tam dalmıştı ki, kesik kesik çalan kapı zilinin sesine uyandı. Kendisini toparlayarak gidip kapıyı açtığında şaşırmıştı. Gelen Zeynep öğretmendi. Yüzü gözü kana bulanmış, yanakları mosmor olmuştu. Kucağında da Cüneydcik vardı. Arif:

-  Hayır ola Zeynep abla? Gel gel dışarıda durma! Gecenin bu saatinde ne oldu? Evinizi mi bastılar, hırsız mı girdi yoksa?

                Zeynep öğretmen, bu sorulara cevap verecek hâlde değildi. Bu arada zil sesine Remzi bey’le hanımı da uyanmış kapıya gelmişlerdi. Zühal hanım, Zeynep öğretmen’in kolundan tutarak misâfir odasına götürdü. Cüneyd’i de Küçük bey kucağına aldı. Ağlamaya başlayan Cüneyd’i oyalamaya, susturmaya çalışıyordu.

                Cesur bir kadın olan Zühâl hanım, vaziyeti toparlamakta gecikmedi. Zeynep öğretmen’in yaralarına pansuman yaptı. Aceleyle bir çorba ısıtıp, önüne koydu. Cüneyd’i de, ,süt pişirerek karnını doyurduktan sonra uyuttu.

                Remzi bey, hanımları başbaşa bırakarak tekrar yatak odasına çekilmişti. Zeynep iyice kendine geldikten sonra:

-   Allah sizlerden râzı olsun. Ne kadar iyi insanlarsınız. Ben de hep böyle iyi bir aile, mutlu bir yuva kurmayı düşünürdüm.

                Zeynep öğretmen’in bu sözleri Küçük bey’i iyice meraklandırmıştı. Kocası Nâdir usta’dan söz açınca tedirgin olmasının sebebini galiba anlıyordu. Demek ki, Zeynep abla, yuvasında mutlu değildi.

“Haydi çabuk her şeyi anlat!” dememek için kendini zor tutuyordu.

                O ânâ kadar Zeynep hanıma hiçbir şey sormayan Zühâl hanım, ağır ağır konuştu:

-  Anlat kızım. Hem açılırsın, hem de elimizden geldiğince yardımcı oluruz. İyi gün de, kötü gün de insanlar içindir.

                Zeynep öğreten, sessizce gözyaşı döküyor, hiç konuşmuyordu. Zühâl hanım, olanlardan pek bir şey anlamamıştı. Küçük bey’in anladığı tek şey ise, Zeynep öğretmen’in büyük bir ızdırap içinde olduğuydu; sormadan edemedi:

-  Seni Nâdir amca’mı dövdü Zeynep abla? Ne kadar da iyi birisine benziyordu. Dükkânına gittiğimde bana çok iyi davranmış, bisikletimi de parasız tâmir etmişti.

                Zühâl hanım, Küçük bey’e susmasını işaret ederek:

-  Bırak da Zeynep ablan anlatsın Arif.

Zeynep’in gözlerinden akan yaşlar ara sıra kullandığı mendili iyice ıslatmıştı. Zühâl hanım, yeni bir mendil uzattı:

-  İstersen yat dinlen de sabah anlat kızım. Çok yorgunsun, biz de iyice yormayalım.

Zeynep öğretmen hıçkırarak:

-  Hayır Zühâl hanım. Anlatacağım. Hem yatsam da uyuyamam, dinlenemem. Zâten hiçbir gün dinlenemedim ki! Gece geç saatlere kadar Nâdir’i beklerim. Eve sarhoş geldiği gibi birkaç şişe de yanında getirir. Bazen de yanında kendisi gibi birkaç serseri ile  birlikte gelir. Evde sazlı cümbüşlü âlem yaparlar. Hepsi ne ise de bir de o serserilerin yanında şöyle bağırır:

-  Haydi topal karı, meze getir!

-    Bu akşam da küçük bey gittikten sonra Cüneyd’le birlikte saatlerce Nâdir’in yolunu gözledik. Geç saatlere kadar gelmeyince divânın üzerinde uyuyup kalmışız. Gece vakti bir gürültüyle uyandım. Nâdir yanında birkaç serseriyle gelmişti. Hepsi de sarhoştu. İçeriye sokmak istemedim. Mahalleye yeni geldiğimizi, daha önce oturduğumuz mahalleden de bu yüzden kovulduğumuzu anlattım. Dinleyen kim? Nâdir gecenin geç vaktine bakmadan, komşulara aldırmadan bağırıyordu:

-  Aç kapıyı topal karı yoksa kırarız a!

Ne olursa olsun, kapıyı açmamakta kararlıydım. Yanındaki serserileri def etmesini, yalnız kendisinin girmesi hâlinde kapıyı açabileceğimi söyledim. Dinlemedi. Biraz yüklenmeleri ile birlikte kapı açıldı. Nâdir, içeriye girer girmez bana tekme toka vuruyor, bir taraftan da söyleniyordu:

-  Çabuk bize meze hazırla topal karı, yoksa seni gebertirim!

Bu serserilerin hiçbirinin yüzünü görmek istemiyordum. Yatağında mışıl mışıl uyumakta olan Cüneyd’i kaptığım gibi evden çıktım. Bu saatte gidebileceğim bir yer yoktu. Affınıza sığınarak size geldim; sabah olunca evime dönerim.

Zühâl hanım da, Küçük bey de sessizce ağlıyordu:

-  İyi ettin de geldin kızım. Haydi artık istirahat et. Peki bu durumu polise bildirmeyi düşünmedin mi?

-  Ah! Zühâl hanım, düşündüm düşünmesine. Fakat sevgi, insanlık ve anlayış olmayan bu yuvanın bu yolla düzelmeyeceğine kanaat getirdim. Bir insana her şeyden önce Allah korkusu, utanma duygusu lâzım.

                Zeynep öğretmen ile Cüneyd, o geceyi Küçük beyler’in evinde geçirdiler.

                Remzi bey olanı biteni Zühâl hanım’dan öğrenmişti. O gün sabah, mahallenin ileri gelenlerinden iki kişiyi alıp Nâdir Usta’nın tamirhanesine gitti. Niyeti Nâdir Usta’ya biraz nasihat edip âile arasındaki dargınlığı gidermekti.

                Nâdir Usta, uysal görünüşlü biriydi. Söylenenlerin hepsini kabul etti. Eve sarhoş gitmeyeceğini, yanında kimseyi götürmeyeceğini söyledi.

                Zeynep hanımı da binbir gülükle barışmaya râzı ettiler. Buna en fazla Küçük bey sevinmişti. Artık Cüneyd, mahalleden ayrılmayacak, köyüne dönmeyecekti. Zeynep öğretmen’e:

- Zeynep abla, Nâdir amca için babam “iyi birine benziyor” dedi. Ben de dükkânına gittiğimde öyle sanmıştım.

- Görünüş aldatıyor insanı Küçük bey, o ne iki yüzlüdür. Ben de onun o iyi görüşüne aldandım da evlendim ya!!

                Zorâki barış sağlanmış, Zeynep tekrar evine dönmüştü.

                Remzi bey’in kapı zili o gecenin geç yarısında da acı acı çalmaya başladı. Gelen yine Zeynep öğretmendi. Bu defa üstü başı kan içinde kalmış, küçük Cüneyd’in elbiseleri bile kana bulanmıştı. Zühâl hanım, Zeynep’i hemen misâfir odasına aldı, üstünü başını temizledi, yaralarına pansuman yaptı. Nâdir usta, Zeynep öğretmen’in kendisini komşulara şikâyet etmesine çok kızmış, yine eve gece yarısı, arkadaşlarıyla sarhoş gelmiş ve Zeynep öğretmen’i öncekinden de beter dövmüştü.

                Remzi bey, bu olaya çok içerlemişti. Nasıl insandı bu Nâdir? Dükkânına gittiklerinde kendilerine ne söz vermişti? Bir insan nikahı altında bulunan kadına karşı nasıl bu kadar insafsız olabiliyordu?

                Zühâl hanım, Zeynep’in yaralarını iyileştirmeye çalışıyordu. Anlaşılan son geceki kavgada Zeynep’in bazı yerleri incinmişti. Belini doğrultup ayağa kalkmakta zorluk çekiyordu. Eve çağırdıkları doktor, Zeynep’in bir hastaneye yatırılması gerektiğini söyledi.

                Zeynep, hastanede tedâvi görmeye başlamasının beşinci gününde ayağa kalkmış, hastanenin bahçesinde dolaşıyordu. Bu sırada ambulânsla âcil bir hasta geldi. Zeynep ambulanstan inen genci tanımıştı:

-  Hayır ola Tevfik, bir yakının mı hasta?

- Tevfik, Nâdir usta’nın tamirhanesinde çalışan çıraklardan biriydi:

-  Hâyır Zeynep abla, Nâdir usta’yı getirdik. Çok ağır yaralı, trafik kazası geçirdi.

Zeynep öğretmen, bir anda herşeyi unutmuş, beyninden vurulmuşa dönmüştü. Aceleyle bir seyde getirip Nâdir usta’yı muâyenehâneye aldılar. Nöbetçi doktor mu3ayene ettikten sonra, derhal ameliyathaneye alınması gerektiğini söyledi.

                Zeynep, Nâdir’in başından hiç ayrılmıyor, onun iyileşebilmesi için bütün gücüyle çalışıyordu. Kendi derdini çoktan unutmuştu.

                Nâdir usta’nın yarası ağırdı. Kazâ sıraında yanında bulunan çırağı Tevfik, kazâyı Zeynep öğretmen’e şöyle anlattı:

Dereye balık tutmaya gitmiştik. Köprünün yakınlarında balık tutarken köprüden uçan bir tır kamyonu üzerimize geldi. Ben koşarak uzaklaştım. Nâdir usta da kaçmaya çalışırken ayağı kamyonun altında kaldı. Kamyon sâhipleri iki kişiydi. İkisi de hayatını kaybetti. Çevrede başka kimseler yoktu. Köprüden gelip geçen vâsıtalar da bizi görmüyordu. Benimse Nâdir usta’nın ayağını kamyonun altından çıkarıp onu kurtarmaya gücüm yetmiyordu. Koşup en yakın karakola haber vermeye gittim. Nâdir usta, birkaç saat inledi durdu; çok acı çekti.

                Nâdir usta’yı ertesi gün üç doktor muâyene etti. Kangren olma tehlikesi vardı. Sağ ayağını kesmeye karar verdiler.

                Nâdir usta, iki ay kadar hastanede yattı. Bu süre içinde Zeynep, Nâdir usta’yla en ince ayrıntısına kadar ilgilendi. Bir an önce iyileşmesi için elinden gelen herşeyi yaptı. Kesilen ayağına da protez yapıldı. Fakat gösterilen bütün ihtimama rağmen yürürken aksaması önlenememişti.

                Nâdir usta hastaneden çıkmış, Zeynep de tekrar evine dönmüştü. Eve dönerken de Nadir’den içkiyi bırakmasını şart koşmuştu. Küçük Cüneyd de rahattı. Küçük bey, ara sıra Cüneyd’i ziyaret ediyor; Zühâl hanım, Zeynep öğretmen’e yardım ediyor; Remzi bey de ara sıra gittiği dükkanında Nâdir usta ile sohbet ediyordu.

                Cüneyd’lerin evinden her gün sabah işine gitmek üzere çıkan iki kişi vardı; Zeynep öğretmen ile Nâdir usta. İkisi de özürlü ayaklarıyla aksyarak yürüyor, az ilerideki kavşakta ayrılarak biri okuluna biri de tâmirhâneye gidiyordu. 

 

SEFA KOYUNCU ı