HİKAYE I KÜÇÜK BEY - SON OTOBÜS
Küçük bey’in merdivenleri öylesine telaşlı bir çıkışı var dı ki, sormayın. Evin kapısını açan ablasına soluk soluğa:
- Babam evde mi?
- Evde, evde. Hayrola Arif, ne bu telaş?
- Amcam… Amcamı akama kadar dükkanda bekledim, gelmedi de!
- Sâkin ol, az önce babama telefon etti, biraz sonra gelecekmiş.
- Oh! Şükürler olsun. Ben de, başına bir iş mi geldi yoksa diye korkmuştum.
Konuşmaları yandaki odadan duyan Remzi bey, gülerek oğluna seslendi:
- Gel Arif gel. Şu amcan yok mu, telefonda epeyce güldürdü beni?
Babasını böyle neş’eli görünce, kötü bir şey olmadığına inanan Arif:
- Ne olmuş ki, baba? Amcam ne anlattı da güldürdü seni telefonda?
- Amcan, erken saatlerde işini bitirmiş ama, bir türlü buraya gelememiş. Üstelik iki de bilet
yakmış.
- İki bilet mi yakmış?
- Telaştan, acelecilikten bilet aldığı halde otobüsü kaçırış Az sonra burada olacak, yemeği
birlikte yiyeceğiz. Akşam namazlarımızı kılalım da gelince kendisinden dinleyelim.
Arif’le babası, namazı bitirdikten sonra kapının zili çaldı. Arif yerinden fırlayıp kapıyı açtı.
Gelen amcasıydı. Daha Arif’in bir şey sormasına fırsat vermeden gülerek:
- Biliyorum Küçük bey, beni çok merak ettin. Başıma öyle işler geldi ki, anlatsam mı, yoksa
hiç anlatmasam mı?
- Dükkanda akşama kadar meraktan çatladım amca, telefon da etmedin.
- Telefon mu geldi ki aklıma.
Bu sırada Remzi bey de yanlarına geldi, gülerek:
- Hoş geldin Selman, Arif merak etmekte çok haklı, gel şu odaya geçelim de anlat bakalım
şu yanan biletleri.
Somyanın üzerine oturup arkasına iyice yaslanan Selman efendi:
- Gülmek yok ama.
- Sen hele anlat bakalım.
“Hep kendi kabahatim” diyerek söze başlayan Selman efendi:
- Hırs mı kapladı beni ne? Sabahın erken saatlerinde otogara indim. Şöyle bir hesap ettim,
en geç öğleden sonra saat 15.00’de işimi bitirebilirdim Bir saat de ihtiyat payı bırakarak, saat 16.00’ya dönüş biletimi alıp cebime koydum.
Remzi bey, anlatılacakları biraz bildiği için gülerek:
- Buraya kadar iyi.
Selman efendi de anlatırken gülmemek için kendini zor tutuyordu:
- İyi iyi de, gel gör ki, alışveriş yaptığım toptancı mağazası ağzına kadar müşteri dolu. Kitap
kırtasiyenin sezonu ya! Defterdi, kalemdi, okul kitabıydı derken, alacağım bütün malların ambalajı yapıldığı sırada saatime bir göz attım, bilet aldığım otobüsün hareket etmesine on dakika vardı. Durumu mağaza sahibine kısaca izah edip, kendisinden rica ettim:
- Sizin minibüsle beni otobüse yetiştirebilir misiniz?
- Trafik, ışıklar derken on dakikada yetişmeniz zor ama, yine de deneyelim.
Mağaza sahibinin talimatı üzerine, aldığım malları şoförle birlikte minibüse yükleyip
hemen hareket ettik. Tam otogara varmıştık ki, bizim otobüs çıkış kapısındaydı. Otobüsü kaçırmıştık. Hemen o anda aklıma gelen bir fikri minibüs şoförüne söyledim:
- Gazlasak, az ileride yetişemez yimiz? Sizden ricam ne olur şu otobüsü yakalıyalım.
Şoför de mağaza sahibi gibi anlayışlı çıktı. Bastı gaza.
Gerçekten de, az sonra otobüsü yakaladık. Henüz şehir içinde olduğu için sür’ati fazla değildi. İşâret edip durdurduk. Muâvine urumu kısaca anlattık. Eşyaları elbirliğiyle zar zor yükledik. Ben de minibüs şoförüne teşekkür ederek, onu uğurladım. Sonra da otobüsteki yerime oturdum. Otobüs hareket etti. Bir iki dakika yol almıştık ki, birden el çantam aklıma geldi. İçinde bütün paramın, çek karnemin olduğu çanta yoktu. Ya minibüste, ya da mağazada kalmış olmalıydı.
Arif’le abası Selman efendiyi dinlerken bu arada sofra gelişti. Remzi bey, için için gülerek:
- Sofraya uyurun.
Raif de, olayın sonucunu merak ediyordu; sofraya oturan amcasına:
- Sonra ne oldu amca? Çantayı buldun mu?
- Otobüsten indim. Daha az önce otobüse yetişmek için çırpınan adamın, şimdi de otobüsü
durdurup yolun ortasında inmesine şaşan bakışlar arasında indim. Muavine de eşyaları yazıhaneye koymasını, dönüşte alacağımı söyledim. Hemen oradan bir taksiye binip, alışveriş yaptığım mağazaya gittim. Bu sırada mağazaya yeni dönmüş olan şoför de beni tekrar görünce şaşırdı:
- Hayrola Selman efendi, seni az önce otobüse yetiştirip yolcu etmemiş miydik?
Şoföre durumu kısaca anlattıktan sonra, el çantamı da buldum. Şimdi yapılacak iş, doğruca otogara giderek bir sonraki otobüsle dönmekti. Otogara geldiğimde ise, yeni bir sürprizle karşılaştım; biletçi:
- Şimdi kalkacak otobüste hiç yer yok. Ancak iki saat sonra kalkacak otobüse bilet
verebilirim.
Biletçiye başıma gelenleri anlattım. Bir biletimin yandığını eşyalarımın otobüste gittiğini,
dükkanı küçük yeğenime emânet edip geldiğimi söyledim. Biletçi hiç ses çıkarmadan, “Yapabileceğim bir şey yok” der gibi bir ifadeyle, bir bilet uzattı. Ben de alıp cebime koydum. Demek ki, iki saat daha otogardaydım. Fakat iş benim zannettiğim gibi değilmiş.
Arif iyice meraklanmıştı:
- Yan nasılmış amca?
- Meğerse biletçi benim derdimi anlamış ve o anda hareket edecek otobüse, telefonla yer
ayırtıp da gelmeyen birinin yerini vermiş bana.
- İyi ya, iki saat beklemekten böylece kurtulmuş oldun.
- Öyle olmasına öyle de, ben bunun farkında bile değilim. Biletim bi sonraki otobüse diye,
iki saat oralarda dolaşıp durdum. Saat 18.00e çeyrek kala perona yanaşan otobüse gidip, yerime oturdum. Az sonra kibar bir bey gelip, oturduğum yerin kendisine ait olduğunu söylemez mi? Sanki başıma kaynar sular döküldü. Sâkin olmaya çalışarak:
- Beyefendi, benim biletimde de bu koltuğun numarası yazılı, belki de bir karışıklık vardır.
Görevliye bir sorsak.
O sırada, otobüsün arka sıralarında yolcu yerleştirmekle olan görevliye biletlerimizi
uzattık. Görevli biletleri inceledikten sonra benim yüzüme bakarak, şöyle demez mi:
- Senin otobüsün iki saat önce hareket etti.
Yine olan olmuştu. Özür dileyerek otobüsten indim. Doğruca biletçiye gittim. Biletçi
karşısında beni görünce:
- Kardeşim sen ağlayıp sızladın. Biz de sana iyilik olsun diye, 16.00 otobüsüne bilet verdik.
Kaçırdıysan ben ne yapayım?
Bu neyse de, biletçinin bundan sonra söylediği, durumumu daha da güçleştiriyordu:
- Son otobüsü de kaçırdın. Sizin istikâmete bu gece başka otobüs de yok.
Bu sırada yavaş yavaş sofrayı toparlamakla meşgul olan Arif:
- Peki ya nasıl geldin amca?
- Baktım otobüslerden hayır yok, asfaltın kenarına çıkıp beklemeye başladım. Çok
geçmeden, bir tanıdık taksisiyle geldi, birlikte geldik.
Koşarak gelip, amcasının boynuna sarılan Küçük Esma’nın isteği ise, odada bulunanları yeniden güldürmeye yetmişti:
- Selman amca, bana şeker getirdin mi?