HİKAYE I KÜÇÜK BEY - NAZİFE TEYZE
- Anne, siniye koyduğun yemeklerle nereye gidiyorsun?
- Baş sağılığına evlâdım, komşu kadın Nazife’nin kocası,
trafik kazasında öldü ya. Üç çocukla ortada kaldı zavallıcık.
- Ben de gelebilir miyim? Hem küçük oğlu Hamza ile arkadaşız.
- Haydi öyleyse, hemen çıkalım!
Arif ile annesi, kocası trafik kazasında ölen komşu kadının evine yaklaşmışlardı ki, etrafı yıkarcasına haykıran bir ağlama sesiyle irkildiler.
Arif, titrek bir sesle annesine:
- Nazife teyzenin sesi bu!
- Even, hâlâ kendini toparlayamamış demek. Halbuki kocası toprağa verileli üç gün oldu.
Her neyse, haydi çıkalım.
Evin ardına kadar açık kapısından girip tahta merdivenden yukarı çıktıklarında, en küçük oğlu Hamza’yı merdivenin başında çömelmiş, başı iki dizinin arasında ağlar halde buldular. Zühâl hanım, ağlama sesinin geldiği odaya doğru yürüdü. Nazife kadın, bu odada olmalıydı.
Arif de Hamza’nın yanına çöktü:
- Başın sağolsun Hamza.
Hamza, başını dizlerinin arasından kaldırarak, yaşlı gözlerle Arif’e:
- Sağ ol.
- Babana mı üzülüyorsun?
- Hem babama, hem de anneme. Babam öldü, annem ise üç gündür gece gündüz ağlıyor.
Yanına da kimseyi yaklaştırmıyor.
Bunları konuşurken duydukları kap-kacak şangırtısı ile durakladılar.
Nazife kadın, var sesiyle haykırıyordu:
- Hiç kimseyi istemiyorum! Çıkın gidin! Yemekleriniz de sizin olsun!
- Nazife, Zühâl hanım’ı itekleyerek odanın dışına çıkarmış, getirdiği yemek sinisini de bir
darbeyle yere düşürmüş; sinideki yemekler, yerlere saçılmıştı.
Bu sırada bir komşu kadınla birlikte Halime nine de oraya geldi. Gelini Zühâl ve torunu
Arif’i görünce:
- Hayrola niye böyle ayaktasınız? Bu ortalığın hali de ne?
Zühâl hanım cevap verdi:
- Başsağlığına gelmiştik anne. Fakat Nazife kadın, yanına kimseyi sokmuyor, her geleni
kovuyormuş. Beni de itekleyerek odadan çıkardı, elimdeki yemek sinisi düştü. Halime Nine:
- Allah hayrını versin kız! Böylesini de ne duydum, ne gördüydüm!
Şimdi salonda beş kişiydiler. Nazife kadın da odasına kapanmış sesinin yettiğince
ağlamaya, ağıtlar söylemeye devam ediyordu.
Kimse odaya girmeye cesâret edemiyor, Nazife kadının dişi bir arslan gibi kükreyerek, üzerlerine saldırmasından korkuyorlardı.
Fakat Zühal hanım, pes etmek niyetinde değildi. Ne yapıp ne edip, bu kadını teskin etmeliydi. Halime nine ile birlikte gelen komşu kadını da yanına alarak içeri girdi. Korktukları başlarına gelmişti. Nazife hanım yerinden sıçrayarak üzerlerine atıldı:
- Çıkın gidin dedim size. Kimseyi görmek istemiyorum!
Zühâl hanım bu defa gerilemedi; komşu kadına:
Tut şunu ikimiz birlikte yere yatıralım!
Zühâl hanım kollarından, komşu kadın da ayaklarından tutarak Nazife kadını güçlükle yere yatırdılar. Zühâl hanım, kadının yüzüne iki tokat aşketti:
- Yeter a! Dünyâda ölü bir senin evinden mi çıktı?
Bu sırada salondakiler de odaya girmiş olanları seyrediyordu. Hamza, annesinin baş ucuna
geldi .
- Ne olur anneciğim. Artık ağlama. Babamın ölümü beni zaten yıktı. Senin ağlayışın ise
ciğerlerimi parçalıyor.
Zühâl hanım’ın tokadı ile Hamza’nın sözleri kadını biraz yatıştırmıştı. Küçük oğlunu bağrına bastı:
- Yavrum benim, öksüzüm!
Nazife kadının artık sakinleştiğini gören Zühâl hanım ve komşu kadın onu bırakarak
odanın bir köşesine çekildiler. Halime nine ile torunu Arif de sessizce oturuyorlardı.
Sessizliği Halime nine bozdu:
- Bu kadar feverân edecek ne var a Nazife! Allah beterinden saklasın. Kocanın vadesi bu
kadarmış. Aslan gibi üç tâne oğlun var. Sen onlara iyi bak!
Nazife kadın, uzandığı yerinden doğrularak:
- Bundan beter ne olur? Evimin direği yıkıldı. Daha beter ne olabilir?
- Öyle deme Nazife; ölüm hepimiz içindir!
Halime ninenin sözleri, Nazife kadının kulağına gitmiyordu anlaşılan. Yarı doğrulmuş
vaziyette, ellerini yumruk yapıp bağrına vurmaya yine haykırarak ağıtlar söylemeye başlamıştı.
Zühâl hanım’la komşu kadın Nazife kadını tekrar tuttular. Bu defa onlara hakâretler
yağdırmaya başlamıştı:
- Çıkın gidin, hiç birinizin suratını görmek istemiyorum! Çıkın evimden!
Kadını zaptetmekte güçlük çekiyorlardı. Yerinden kalkmaya, vurmaya, tekme atmaya
çalışıyor, bir taraftan da odada bulunanlara en ağır hakaretleri yağdırmaya devam ediyordu. Zühâl hanım Arif’e:
- Haydi Arif, siz Hamda ile birlikte gidip bir doktor çağırın.
- Arif’le Hamza yerlerinden fırlayıp koştular. Zühâl hanımla komşu kadın Nazife’yi hareket
ettirmemek için sımsıkı tutarken, Halime nine de kadını teselli etmeye çalışıyordu:
- Belâlara, kazâlara sabretmek lazım. Atalarımız “Beterin beteri vardır” diye boşuna mı
söylemişler?
Halime ninenin bu sözleri Nazife’yi iyice çileden çıkarmıştı anlaşılan. Ağzından köpükler
saçarak haykırdı:
- Sus be cadı! Beterin beteri deyip durma! Defol evimdem!
- …………………… ?
Bu sırada doktorla birlikte Arif ve Hamza da gelmişti. Nazife’Yi büyük bir güçlükle yatağına
yatırdılar. Doktor teskin edici bir iğne yaptıktan az sonra Nazife kendinden geçmişti.
Zühâl hanım, Halime nine, komşu kadın ve Arif, evden ayrılırken, yeni komşu kadınlar baş sağlığı için geliyor, Hamza da onları karşılıyordu.
Doktorun her gün bir defa gelip iğne yaptığı Nazife, yarı baygın odasında yatıyordu. Çok geçmeden yeni bir felaket haberi ile yeniden sarsıldı.
Ava giden iki büyük oğlundan biri, diğerini kazayla vurmuş; biri ölmüş diğeri hapse girmişti. Evde yalnız küçük Hamza kalmıştı.
Nazife kadın bu birbirini takip eden felâketler karşısında, yavaş yavaş şuurunu kaybetmeye başlamıştı. Bir vakit her şeye kayıtsız kalıyor, sessiz sedâsız duruyor; konuşmuyor, yemiyor içmiyordu. Bazen de sinir krizleri geçiriyor, yerinde duramıyor; eline geçirdiği her şeyi kırıp döküyor, bazen de kahkahalarla gülüyordu.
Felâketler ise, üst üste gelmeye devam ediyordu. Hapisteki oğlu bir kavgada bıçaklanarak öldürülmüş, biricik Hamza’sı da bahçedeki kuyuya düşerek boğulmuştu.
Nazife kadına artık doktorun teskin edici iğneleri de fayda etmiyor, var gücüyle feryâd ediyordu:
- Beterin beteri vaaar!
- Beterin beteri var!
Remzi beylerin evinde o akşamın konusu Nazife kadındı. Remzi bey, Nazife kadının sağlığı
ile ilgilenmeyi bir komşuluk vazifesi olarak görüyordu.
- Yarın kaymakam bey’le görüşeyim. Kadıncağızı bir hastaneye yazırmak lazım.
Zühâl hanım:
- Çok iyi olur, bey.. Zavallı kadının hiç kimsesi kalmadı.. Kendini paralayıp duruyor. Biz
komşuluk görevimizi yerine getirelim. Elden geldiğince yardımcı olalım.
Bu sırada elindeki tığ ve iplikle annesini taklit ederek örgü örmeye çalışan küçük Esma:
- Baba, hani bu akşam Halime ninenin evine gidecektik?
- Tabiî ya! Hay aklınla bin yaşa! Haydi gidelim.
Halime nine, torunlarını, oğlunu ve gelinini evinde görmekten mutlu olmuştu.
Remzi bey, kaymakama gitme fikrini annesine açı, o da:
- Çok iyi olur Remzi kadıncağız inşallah iyileşir de evine döner.
Ertesi gün Remzi bey, ilçenin kaymakamı ile görüşmüş, Nazife’nin sinir hastalıkları
hastanesine gönderilmesine karar verilmişti.
Eve gelen iki memur, Nazife kadını götürürken, konu-komşu oraya toplanmış bakıyordu. Nazife kadın iyice çökmüş, saçı-başı perişan kendisini götürmekte olan iki memurun kolları arasında, çevredeki insanlara sesinin yettiğince bağırıyordu:
- Beterin beteri vaaar!
- Beterin beteri var!
Bir ay kadar sonra, mahalleye Nazife kadın’ın iyileştiği ve artık evine döneceği haberi
geldi. Buna en fazla Halime nine sevinmişti, Remzi bey’e:
- Nazife’yi otogardan alıp bana getirelim; birkaç gün misâfirim olsun. Sonra evine
yerleştiririz.
- Olur anne.
Halime nine, Nazife’yi evinde birkaç gün misafir etti. Bütün mahallenin yardımıyla evi
yeniden düzenlendi. Artık tamamıyla iyileşmiş, kısa sürede mahallenin sevgilisi olmuş, evi
ve bahçesi ile de ilgilenmeye başlamıştı. O, mahallenin bütün çocukları ile Arif’in biricik Nazife teyzesiydi.
SEFA KOYUNCU I